11 Eylül 2015 Cuma

benim hikayem


Korkunç geçen 4 günün ardından tüm ailem, arkadaşlarım evde toplanmışlar. Herkes gülümsüyor ama inanılmaz kaygılılar. Sanki ben anlamıyorum... Espriler, şakalar, kahkahalar havada uçuyor… Yarın sabah gelecek ikizler 33.haftanın sonundayız ama gelişimleri daha geride. Erken doğum kâbusu bizim de başımıza geldi maalesef. Kafam allak bullak…

Odayı süslemek istemiyorum, fotoğraf çekilsin istemiyorum, kimse gelsin istemiyorum yanımda. Gidelim, uyuyayım ve bebekler yoğun bakımdan çıkana kadar uyandırmasınlar beni. Evlatlarım olmadan oradan çıkıp eve gelecek olmak sonsuz korkutuyor beni.

Anılar anlatıldı, hediyeler hazırlandı, tatlılar yendi, yalandan güldük eğlendik, ben mutlu olayım diye hazırlanmış bir sahnedeyiz sanki...
 Uyumadan önce günlüğüme şunları yazdım…

“ En yakın olduğumuz son gece… Çok şey yazmak istiyorum hepsi düğümleniyor aklımda. Sağlıkla gelin benim aceleci bebeklerim, belki hemen kucaklayamayacağım sizi ama eminim sevgimiz sizi saracak ve hızla büyütecek. Yarın büyük gün… 
Sağlıkla gelin, evimizi yuva yapın”

Ardından sonsuz bir uykuya yattım sanki… Sabah 5’de başka biri olarak uyandım. Ömrümde karşılaştığım en güçlü kadınım ‘ben’. Her şeyin üstesinden gelebilirim! İnanılmaz bir güç… Sonradan anladım ne olduğunu… Annelik gücü…

Evdekileri uyandırdım, giyindim, makyaj yaptım. Valizimiz, eşyalarımız zaten hazır kapıda. Sanki ben değilim az sonra doğum yapacak. Kapıdan çıkarken herkesin kıyafetlerini, saçını, makyajını kontrol edip birde Barış’ın ayakkabılarını sildim. Herkes gülüyor bana sanırım baya saçmalıyorum… Bu “çok güçlü kadın” maskesi dengemi bozuyor…

Hastaneye vardığımızda öyle coşkuyla karşıladılar ki beni. Canım ailem, dostlarım… Sanki düğündeyiz. Sabahın 6'sı değilmiş gibi bir mutluluk. Şehir dışından gelmiş yetişmişler, hepsi gülümsüyor. Hiç korkmuyorum, herkes yanımda, ben anneyim, ben çok güçlüyüm…

Odaya çıktık, NST’ye bağlayacaklar. Her şeye dışarıdan bakıyormuşum gibi geliyor. Sanki ben değilim bunları yaşayan. Hiç tekmelemediler geceden beri. Erde’ nin kalp atışlarını aldık. Güp güp güppp… !! Eliz’e döndü prob hiç ses yok… Neden yok… Nerede?  Yine kaygı gelip hücum ediyor. Hemşire "sakin bir sıkıntı yok, pozisyonundan kaynaklıdır" diyorsa da dinleyemiyorum. Dünya yıkıldı altında kaldım ben.

Kapı açıldı Cihangir Hoca geldi. Elimi tuttu. Geçti birden her şey, sonsuz bir güven duygusu… “hadi” dedi. “gidiyoruz”

Sedyeye aldılar beni koridorda ilerliyoruz sonradan resimlerde gördüğüm kadarıyla gülümsüyorum baya ama şuan hiç hatırlamıyorum o yolu.  
Başka biri oradaki, ben değilim aslında.

Dışarıdan bakıyorum kendime “ne kadar güçlü bir kadın”
İçeriden bakıyorum kendime… Göremiyorum… Yok olmuşum…

Asansöre bindik, sonunda biraz sessizlik, ohhh… Bir elim Cihangir Hoca’da, bir elim Barış’da… “Çok şanssızsınız” diyorum. Önce anlamıyorlar. 
“Siz erkekler öyle şanssızsınız ki; asla içinizde kıpırdayan bir canlı taşıyamayacaksınız. Bir insanı var etmenin o sonsuz gücünü asla bilemeyeceksiniz. Onu korumak, beslemek, büyütmek, dünyaya hazırlamak öyle yüce bir duygu ki bu… Çok şanssızsınız! Bir daha doğurmak istiyorum ben. Erde ve Eliz sağlığına kavuşsun. Bir daha… Bundan daha büyük bir haz olamaz hayatta… Hamilelik tanıdığım en muhteşem duygu benim…”

Derken yol bitti, ameliyathaneye aldılar beni, ellerim bomboş kaldı… Tek başınayım, buz gibi bir metal masa… Çıplak, çaresiz, aklım taaa derinlerimde… 
Ağlamaya başladım, sessiz iki damla gözyaşı.

Ertesi hafta o anı hatırlayınca şunları yazmışım günlüğüme...

“Bir hafta önce şuanlar da neyle karşılaşacağımı bilmeden gözyaşlarımı tutmak için uğraşarak, korkudan titreyerek ameliyathane masasında yatıyordum… Aklımdan ışık hızıyla sorular geçiyor hepsinin cevabından korkuyorum. “Nefes alırlar mı? Ağlarlar mı? Hareket ederler mi?” Toplam ağırlığı 3,5 kiloyu geçmeyen iki minik bebeğin altı hafta erken dünyaya gelişini bekliyorum… Bilinmezlik korkutuyor en beteri. 
Geçmek bilmeyen dakikalar sonunda 7:49 Erde, 7:50’de Eliz selamladı bizi aklımdaki soruların yersiz olduğunu bana göstererek. Bu ilk günlerimizi birbirimizden uzakta geçiriyoruz belki ama kokunuzu, yüzünüzü saklıyorum her gün yanımda. Sizinle uyuyorum sizinle uyanıyorum hayata. Hayal kurmaya devam ediyorum. Büyüyorsunuz orada sanki hala karnımdaymış gibi… Biliyorum geçecek bugünler ve biz daha güçlü olacağız, üzüldüğümüz her saçma şey için de kızacağız kendimize… Gerçek acıyla yüzleşmediğimiz günlerde ağladığımız şeylere burun bükeceğiz hep… Hayattasınız, dünyaya gelmek için bizi seçtiniz, beni Erde ve Eliz’ in annesi yaptınız…
İyikilerimin en başında gelen evlatlarım… İyi ki doğdunuz…”

Benim doğum hikâyem diyince bunlar geliyor aklıma. Kesik kesik sahneler. Biçimsiz anılar gibi sanki çok eskilerde kalan. Hâlbuki daha 7 ay önce yaşandı tüm bunlar. Yaşandı ama geçmedi orası bir gerçek. Ben de herkes gibi dışarıdan çok güçlü bir kadın izledim. Tüm zorluklara göğüs geren, hep gülümseyen, hiç yılmayan. Ama içimin parçaları yeni yeni birleşiyor daha. Onlar gülümsüyor ben bir bandaj yapıştırıyorum geçmişe, onlar kahkaha atıyor ben bir dikiş atıyorum zihnime…

En büyük dayanağım Barış’ım… En büyük güvencem Dr. Cihangir Çakıcı… 
Ve bugün yanımda yaşam kaynaklarım Erde ve Eliz…

---

6 Şubat 2015 günü kalbim bir daha hiç birleşmeyecek kadar derin bir yarıkla ikiye bölündü. Bir yanımın adı Eliz, bir yanımın adı Erde oldu… Sayenizde ANNE oldum hem de iki kere… Çok şanslıyım ki dünyaya gelmek için benim bedenimi, bizim yuvamızı seçtiniz. 
Bugün anneler günü... 
Sabah uyandığımdan beri içimde bir garip duygusallık, dramatik bir sevinç… 
Anne oldum ve annemi daha iyi anladım. Anne oldum ve dünyalar benim oldu, hayatta bir izim oldu. Bu yüzden birinizin adı Erde, dünyamın merkezi… Birinizin Eliz, elimin izi… Hayata kattığım değer, varoluşumu anlamlandıran somut izlerimsiniz…
Yaşadığımız her ana, her gülücüğünüze, her gözyaşınıza şükürler olsun…
Sizi çok seviyorum... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder