27 Nisan 2017 Perşembe

tombi mama'dan yatılı yardımcı tavsiyeleri...

Tüm gebeliğim canımdan iki parçayı nasıl birine emanet edeceğimi sorgulayarak geçti. İçimde sonsuz bir huzursuzluk vardı ve mümkün olduğunca en geç şekilde bakıcı sürecine girmeyi aklıma koymuştum. Ama erken doğum sonrası stres ve ikiz bebeklerin bakımının yorgunluğu hızlıca bir yardımcı bulmaya itti bizi. 

Ve tombiler yaklaşık 3 aylıkken Azize'miz hayatımıza girdi. En baştan beri pek çok konuda çok iyi anlaşmayı başardık ve zamanla aile olduk. Artık birilerine anlatırken bile biz 5 kişilik bir aileyiz diyorum istemsizce ve ardından gülümsüyorum. Biz bir tanıdık vasıtasıyla tanıştık Azize'yle bu nedenle bana sorduğunuzda hangi firma ile çalışıyorsunuz diye net bir cevap veremiyorum ama kendim kadar sonsuz güvendiğim sevgili arkadaşım Gökçe bir kadın girişimci olarak güzel bir iş başlattı 3 yıl önce. İlk zamanlar Antalya dışına personel hizmeti vermiyordu ancak son 2 yıldır Nepalli yardımcı konusunda tüm Türkiye'ye hizmet veren örnek bir şirket oldu. 

Evine, ailesine, çocuğuna olan özenini bildiğimden gönül rahatlığı ile tavsiye edebiliyorum Peri Danışmanlığı. Bana sık sık sorduğunuz sorulara uzmanından toplu cevap almak isterseniz Gökçe ile yaptığımız röportajı okuyabilirsiniz.

Displaying image1.JPG


En sempatik soru ile başlayalım; neden Nepalli bakıcı?

Seçilen bir personelin Türkiye'ye geliş süreci ve koşullari hakkında bilgi verir misin? 3 yılı askındır hizmet verdiğim şirketimde, ilk 2 yıl farklı ülkelerden personeller getirmekteydim. 2. yılın sonunda ailelere daha iyi hizmet verebilmek icin yaptığım araştırmalarım sonucu Nepallilerin bakıcı ve ev işleri sektöründe dünyanın pek çok ülkesinde çalıştıklarını; disiplinli, uyumlu, hoşgörülü, çalışkan, güleryüzlü, temiz, ahlaklı ve dürüst olduklarını öğrendim ve Nepal Hükümetiyle yasal anlaşmalar gerçekleştirip Türkiye'ye istihdam etme kararı aldım.






Personellerini nasıl seçiyor ve nelere dikkat ediyorsun?

Öncelikle şunu söyleyebilirim ki her ailem için titizlikle personel seçmekteyiz. Yurtdışı firmamda personel başvuruları 3 elemeden geçtikten sonra son mulakat olarak sahsıma çıkartılıyor. En son Türkiye'de çalişmasına uygun görülen adayların CV ve videoları hazırlanıyor ve aileler ile paylaşılıyor. Aile analizi, istek ve talepler detaylı bir şekilde belirlendikten sonra en uygun adaylar öneriliyor. Aileye uygun görmediğimiz adayı, aile istese bile göndermeyi tercih etmiyoruz. 2-3 ayda bir Nepal'e bizzat kendim giderek personel seçimleri ve mülakatlar yapıyorum. Yaklaşık 7 ay önce Nepal partner firmamla beraber, Türkiye'de calışacak aile tarafindan seçilen personellerimiz icin Eğitim Merkezi kurduk. Bu eğitim merkezinde Türkiye ile ilgili hazirlanmiş olan kültür; örf adet, gelenek ve genel bilgi kitapçıkları dağıtılmaktadır ve bilgi verilmektedir. Ayrıca seçilen her personel minumum 10 gün türk aile stili temizlik, ütü, az da olsa yemek yapma ve makinelerin kullanımına dair eğitimler almaktadırlar.

Seçilen bir personelin Türkiye'ye geliş süreci ve koşullari hakkında bilgi verir misin?
Her personel yasal ev çalışanı izni ile Türkiye'ye gelmektedir. Çalışma izni firmam tarafindan alınmakta ve personel ülkemize giriş yapana kadar tüm takipleri tarafımızdan yapılmaktadır. 1 Nepal'li personelin geliş süresi 1,5 aydır. Personeller aylık 500 Dolar ve haftalık 30 TL izin parasi almaktadırlar. Aylık SSK ucreti, 2017 yasalarına göre ev çalışanı teşvik indirimi ile 320 Türk Lirasıdır. Personelin geliş uçak bileti aile tarafindan alınmakta fakat personel çalışmaya başladıktan sonra maaşından uçak bilet ücreti düşülebilmektedir. Firma olarak hizmet bedelimiz 800 Dolar + KDV'dir. Yasal çalışma izinleri tarafımızdan alınmakta ve ekstra bir ücret ödenmemektedir. 
Gelen tüm personeller 2 yıllık kontrat ile geliyorlar ve 2 yıl boyunca ülkelerine izne gitmiyorlar. Herhangi bir personel-aile uyuşmazlığında hizmetimizin içinde 3 personel değişim hakkı mevcuttur ve her gelen personeli 3 ay deneme süresi bulunmaktadır. 

Displaying image2.JPGNepal'lilerin avantajlari ve dezavantajlari nelerdir? Ne gibi sıkıntılarla karşılaşıyorsunuz?

Şunu belirtmek isterim, insana insan vermek çok zor bir iş. Hele ki en özelimiz evimize yeni hiç tanımadığımız bir insan almak biraz zor ve bazen ürkütücü olabiliyor. 
Bir anne olarak, evimde çalışmasını istemediğim veya güven vermeyen hiçbir personel Peri Danışmanlık adı altında ülkemize giriş yapamaz.
Nepal dünyanın en fakir ülkelerinden biri olduğu için, çok sık olmamakta beraber, bazen gelen personellerin Türk standartlarına uyum sağlaması biraz vakit alabiliyor. Tek yaşadiğimiz sıkıntımız bu konuyla ilgili, aile ve personelle detaylı bir şekilde konuşup, personelin daha çabuk adapte olması sağlanıyor. Nepalli insanlar evinizi ve bebeğinizi güvenle teslim edebileceğiniz kişilerdir. Temel kuralım iyi kalbe sahip vicdanli personelleri aileler ile buluşturmak ve mutlu aile tablosu görebilmektir. Sonuçta en değerli varlıklarımızı emanet ettiğimiz kişilerin önemi paha biçilemez.







gelelim tombi mama tavsiyelerine;
  • yardımcınıza ailenizden birisi gibi davranın ama kuralları en başta koyun, beklentinizi netleştirin, ilk 1 ay her konuda sizi izlemesini, harekete geçmeden önce izin almasını isteyebilirsiniz. Yemek yapmasını istiyorsanız önceleri sizi izlemesini ve tatmasını sonrasında yapmaya başlamasını sağlamanızı öneririm.
  • evinizin işleyişini, neyin nerede olduğunu, misafirinize veya size nasıl davranılmasını istediğinizi tüm netliği ile anlatın, anlatmadığınız göstermediğiniz hiçbir davranışı yapmasını beklemeyin. unutmayın ki o sizinle aynı ailede veya toplumda yetişmedi, ve kurallar gelenekler her topluma göre değişiklik gösterebilir.
  • yapılan hatalar konusunda tavrınız belirgin olsun, özellikle ilk seferlerde bu hatanın doğurabileceği sonuçları anlatın, hatta bazen sonuçları biraz abartın :) örneğin, bebeğinizi yatakta tekbaşına bırakıp uzaklaştığında düşebilir düşerse şöyle olur, hastaneye yetişemeyiz çok uzak ... vs gibi ufacık abartılar yapabilirsiniz. Veya ülkemizde kaçırılma vakalarının çok görüldüğü, tacizleri anlatabilirsiniz. :)
  • hediyelere boğmayın ama özel günleri atlamayın, bayramlarda doğum günlerinde, yeni yılda ufak ve ihtiyacı olan hediyelerle sevindirin. Ayrıca onun dinine ait bayramları veya toplumuna özel günleri öğrenip hatırlayın, kutlayın. 
  • sabah kalkış, akşam yatış ve dinlenme saatlerini netleştirin hafta sonu izinlerinin ne zaman olacağını mutlaka bildirin, toplu ulaşım imkanlarını ilk zaman öğretin ve acil durumda size nasıl ulaşabileceğini detaylıca yazarak yanında taşımasını sağlayın.
  • bebekler zaman zaman sizden daha çok yardımcınıza bağlanabiliyorlar, bu duruma içerlemeyin, duygulanmayın. Unutmayın ki bebek sevildiği yerde huzur bulur ve güvenle bağlanır. Oldukça zor bir durum olduğunu biliyorum ama bu sizin anneliğinizin testi değil, yardımcınızın güvenilirliğinin testidir. Bakış açınızı değiştirin...
  • yardımcınız eve gelmeden kamera sisteminizi kurdurun ve geldiğinde tüm kameraların nerede olduğunu mahremiyeti açısından ona mutlaka gösterin asla gizli kamera kullanmayın, size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayın.

herkese benim kadar huzurla bebeklerini emanet edebileceği kişilerle karşılaşmasını diliyorum...


24 Ekim 2016 Pazartesi

elveda


seni de içine çekiyor mu medeniyet? 

böyle hergün iliklerine kadar hissediyor musun kurumsallığı damarlarında. kimin hayatını yaşadığını şaşırıyor musun bazen? hatta belki de kim olduğunu? 

toprağa dokunmadan, çiçek koklamadan geçti ömrümün baharı. kimi gün hızlı hava değişimine, kimi gün giyecek kıyafetim olmamasına, kimi gün uykumu alamamama, kimi gün de rötar yapan uçağa sinirlendim. ihtiyacım olmayan birkaç şey aldım bugün yine kendimi daha iyi hissetmek için ve sırt ağrılarıma iyi gelecek bir masaj seansının hayalini kurarak yedim öğlen yemeğimi. 

geçmeyen bitmeyen migren ağrımın çaresini MR çektirip daha fazla radyasyon alarak çözmeyi planlıyorum. halbuki haftada bir saat uyusam bir ağaç gölgesinde geçecektir belki de.

ama ağaç gölgesinde uyumanın plasebo etkisi yok ki.. bide uyurken doğru kombini seçme zorunluluğu var strese girmeye sebep, belki uyumadan spontane bir fotoğraf çekersem diye...

eskiden duygulanırdım gözümden yaş gelirdi sinirlenince, şimdi biriktirip biriktirip topluca ağlıyorum 6 ayda bir yaklaşık 3 saat sürüyor. gözyaşımı bile erteliyorum anlayacağın. kendim için ağlamaya bile vaktim yok sanırım. şu 14 satırı yazana kadar 4 sefer saate baktım ki trafiğe kalmayayım eve dönerken... kendim için yazı yazmaya bile vaktim yok sanki...

merhaba medeniyet, kağıt kokusu almadan yazıyorum sana, ellerimde kalem izi çıkmadan orta parmağım eğilmeden döküyorum içimi...

elveda hayat, emeklilikte tanışmak üzere...


11 Ağustos 2016 Perşembe

bazen

bazen için şişer ya işte öyle bu aralar. 
hatta büyüklerin bir sözü vardır çok severim "içime öküz oturdu" derler ya işte öyle bu aralar...

sanki bir sürahiyim ben, tepemden doldurmaya başlamışlardı. sonra bir ara insafa gelip bir bardak alıp üstten boşalttılar dinlendirdiler beni. ama şimdi yeniden bu sefer daha büyük bir tazyikle dolduruyorlar hızlı hızlı. ve koydukça şaşırıyorlar eminim... aaa bunu da aldı. aaa bak yine taşmadı ne ilginç... 

sanki bir valizim ben, kısa sürecek ama havanın belirsiz olduğu bir tatile gitmeden önce hazırlanan. dışımda sert bir kapak var darbelere dayanıklı gibi görünen. sanki bir daha hiç dönmeyecekmişcesine alıyor yanına eşyalarını sahibim, doldurdukça dolduruyor gömlekler, ceketler, pantalonlar, tshirtler. tam kapatacak fermuarı. bu da lazım olur belki diyor koskoca bir paltoyu tepmeye çalışıyor içime içime. kapanmayacak gibi kabarıyor göğsüm. bu sefer oturuyor üstüme, eğiliyor kenardan fermuarı çekmeye başlıyor. iki farklı taraftan sıkıştıra sıkıştıra kapatıyor. kendisi bile şaşırıyor. vayy be hepsini aldı, patlamadı mübarek... 

sanki bir yağmur mazgalıyım ben, kırk yıllık kuraklıktan çıkmışçasına bastırıyor nimet. gürül gürül akıyor yollardan sular... hepsini yutuyorum, damla damla değil oluk oluk akıyor boğazımdan. insanlar kaçışıyor etrafımdan, şemsiyeli pardesölü kadınlar, ceketini başına siper eden adamlar geçiyor yanımdan. öylesine çok yağıyor ki azıcık taşar gibi oluyorum pes ediyorum sanki, yok yapamayacağım daha fazla diyorum ama son bir derin nefesle çekiyorum yine içime tüm birikeni. taşacakkk diye bağırıyor ordan bir çocuk, az öncesi sakin çiselemede gemisini yüzdürüyordu oluğumda ama şimdi korkuyla izliyor beni. şaşırıyor baktıkça. ne büyük bir kanala karıştı kim bilir bu yağmurlar da taşmadı bu mazgal diye düşünüyor annesi onu ev doğru çekiştirirken...

sanki ben ben değilim, dünyasını sırtında taşıyan ama hiç offf demeyen bir kaplumbağayım gibi geliyor bazen. 

dışımda sepsert bir kabuk sanki hiç kırılmayacak. 
arkamda sanki bir dağ hiç yıkılmayacak.
içimde bir koca volkan kaynadıkça kaynayan sanki hiç patlamayacak.


ama aslında herkes gibi biraz insanım, hatta aslında oldukça fazla bir hayvanım. içgüdüleriyle davranan, biraz kırılgan, biraz naif, biraz ağlamaklı, biraz yorgun, biraz bitkin ve uykusuz, çokça düşünceli, çokça sevecen, çokça duygusal, çokça birilerine av olmak zorunda olan, ama en çok da kendine yenilen... 
galakside bir minik kum tanesiyim, derdim benden de küçük belki. 

ama işte bazen için şişer ya... işte öyle bu aralar...



29 Nisan 2016 Cuma

çalısan anne sendromu...




Kapıya yaklaştım içimde bir hüzün, çantamı aldım… Tombiler heyecanlandı onlar da gelecek zannettiler sanırım. “Beni yolcu etmeyin” dedim yardımcımız Azize’ye, kapıyı kapattım arkamdan. Hayatımda ilk kez kapıyı kilitlemeden işe gidiyorum çıkıyorum sanırım diye düşündüm.

Asansör geliyor… 10-11-12-13 dinggg!! Bindim aynaya baktım! Kendimle göz gözeyim… İki ufak damla yaş…  Arabaya bindim, anında radyoda başladı; en sevdiğim şarkılardan birisi “californian dreamin” şükürler olsun diye düşündüm, bu bir işaret… Yüzüm güldü yeniden, muhtemelen gözlerim de…

O Pazartesi hayatımda yepyeni bir dönem başlıyordu…
Ve şimdi bakıyorum da… Neredeyse 7 ay oldu iş hayatına yeniden döndüğümden beri. İlk günler heyecanlı ve merak ederek geçti aklım hep evde ve kameraların canlı yayınındaydı evet. Ama zamanla çok daha iyi hissetmeye başladım.





Şimdi başa dönelim. Tombiler doğduktan sonra ilk 17 gün ikisi birlikte, sonraki 15 günde sadece Eliz yoğun bakımdaydı. Yani biz ikizli hayatımıza bir miktar gecikmeli ve sancılı bir süreç ile başladık. Doğum yaptığım ilk günden itibaren annem ve çoğu zamanda kardeşlerimiz bizimle birliktelerdi. İlk zamanlar moral olarak da desteğe ihtiyacımız olan bir dönem olduğundan sevdiklerimiz bizi hiç yalnız bırakmadı şükürler olsun. İki bebek de eve geldikten sonra prematüre olmalarından kaynaklı olarak ev popülâsyonunu düşük seviyelerde tutmaya başladık. Zaten gündüz saatlerinde herkesin koşturmaları, işi, okulu olduğu için çoğunlukla annem ve ben tombilerin öz bakımı ile ilgilenmeye başladık.

Açıkçası o dönemlerde bakıcı için yaz dönemini beklemek fikrindeydim; hem maddi olarak hem de manevi olarak evde yeni biri ile yaşama fikri bize zorlayıcı gelmekteydi. Ama zamanla hayat çok zorlaşmaya başladı. Son 10 yılını çalışarak geçirmiş bir insan olmama rağmen evin hiç sakinleşmeyen temposu ve bebeklerin sonsuz ihtiyaçları aynı zamanda evin temizliği, yemeği, çamaşır yıkama, asma, kurutma, ütülme döngüsü ve misafir ağırlama sıklığı oldukça yıpratıcı olmaya başladı. İkinci ayın sonunda ben zombi bir loğusaya dönmüş, annemde vertigo atakları ile baygınlıklar geçirmeye başlamıştı.

Hal böyle olunca bakıcı bulma sürecimizi hızlandırdık ve karşımıza Azize çıktı. 3. Ayın başından itibaren evimizde bir yardımcımız vardı çok şükür. İlk dönemlerde sadece ev işleri için bize destek oluyordu. Yemek yapmak hariç diğer tüm işlerimize yardımcı olarak başladı ve bebekler neredeyse 5 aylık olana kadar da onlar ile ilgili bir sorumluluk vermedim, geceleri hiç uyandırmadım (hala gece kaldırmıyorum ben ilgileniyorum) sonra ben ona alıştıkça ve güvendikçe bebeklerin bakımı ile ilgili görevlerini arttırmaya başladık. Haziran ortasında yazlığımıza geçtik, güzel hava ve sağlıklı beslenme imkânları aynı zamanda dingin bir ortam bize çok daha iyi geldi. Yaz dönemini loğusa depresyonumu atlatmaya, bebekli hayatıma alışmaya ve kendimi dinlemeye ayırdım.

Ağustos ayının ortalarına doğru Ankara’ya annem olmadan döndük ve işe başlama dönemine hazırlanmaya başladım. Bizim yazlıkta olduğumuz dönemde Barış; evin daha önce belirlediğimiz önemli noktalarına kamera sistemini taktırmıştı. (Salon, koridor ve bebeklerin odalarında canlı bağlantı ile izleyebileceğimiz kameralarımız bulunuyor.)
İlk olarak 30 dakikadan başlayacak şekilde, her gün bebekleri Azize ile yalnız bırakmaya başladım, bu hem benim için hem de onun için bir alışma neler yapabiliyoruz anlama süreci oldu. İkinci hafta yalnız bırakma süremi yarım güne çıkarttım. Bu dönemde eve döndüğümde bebeklerin durumunu, moralini ve huzur durumunu hep tarttım.

Eylül ayı başında işe başlama dönemim geldi. İlk haftalarda her gün 2-3 sefer farklı saatlerde emzirmek ve kontrol için eve geliyordum. Bu saatleri hiçbir zaman sabit tutmadım hep farklı vakitlerde gitmeye çalıştım. İşimin evime yakın olması, günlük programımı kendim yapıyor olmam ve çalıştığım şirketin ve müdürlerimin desteği bu dönemi kolayca geçirmemi sağladı. Annemin tekrar Ankara’ya dönmesinin ardından onun da desteği arttı. Haftanın birkaç günü gündüz Azize’ye gece de bize destek olmak üzere bizde kalmaya başladı. Şuan ki sistemimiz de bu şekilde devam ediyor. Ben gün içerisinde en az 3 sefer telefonla aramaya devam ediyorum. Bazı zamanlarda eve erken dönüyorum, bazen ise gün içerisinde uğruyorum vaktim olduğunda. Annemin olduğu günlerde ise Azize ev işleri ile biraz daha yoğun ilgileniyor.

Sistemi anlattım, biraz da psikolojimi anlatayım…


(fotoğraf alıntıdır)

Ben çalışan bir annenin kızıyım. 10 ay annem bakmış bana sonrasında 2,5 yaşıma kadar ananem ve teyzem. Ardından zaten kreşe başladım. Hiçbir zaman ailemle bir kopukluk yaşamadım, hiçbir eksikliğini hissettiğim keşke dediğim dönemi hatırlamam. Erken yaşta kreşe gittiğim için hep çok sosyal, iletişim kurmakta zorlanmayan, disiplinli bir çocuk oldum. Ve annemle her zaman gurur duydum. Hayatım boyunca hep onun gibi, işinde başarılı, arkadaşları ile sağlam ilişkiler kuran, evine verimli vakit ayıran, okuyan, sanatla ilgilenen, bakımlı bir kadın olmayı hayal ettim. Bakımlı olmak haricinde diğerlerini başardığımı düşünüyorum şimdilik J Hamile kaldığımda veya doğumdan sonra hiçbir zaman çalışmaya devam etmesem mi diye düşünmedim. Hep planımı programımı buna göre yapmaya çalıştım. Çünkü ben çalışarak daha mutlu olacağımı ve evlatlarıma daha faydalı olacağımı biliyordum. Benim iç sesim hep bunu söyledi bana ve bende toplum baskısını değil içimdeki sesi dinledim. Çok sevdiğim işime ve çalışma hayatıma bebeklerim 7 aylık olduğunda geri döndüm. İlk günler zor geçti evet ama zamanla kendimi çok daha iyi hissetmeye, farklı şeyler düşünmeye ve katma değer yaratmaya başladım. En önemlisi sıcak yemek yiyebiliyor, çay kahve içebiliyordum. :)

Günümüzde annelik savaşının en önemli raundlarından birisi de bu durum. Çalışan annenin çalışmayana, çalışmayanın da çalışana yaptığı eziyeti patronlar bile yapmıyor bence. Hayatım boyunca ikircikte kaldığım her durumda kendimle konuştum ve vicdanımın bana söylediği şeyi yapmaya çalıştım. Zaten en doğru cevabı bana hep ben verdim.

Kolay mı? Elbette ki değil. Gece birkaç saat uyumama rağmen her sabah giyinip, makyaj yapıp işe gelmek, başarılı olmaya çalışmak, gün içinde full performans sergilemek elbette çok zor. Aynı zamanda bebeklerin ve evin ihtiyaçlarını takip etmek, evde biriyle yaşamak onu yönetmek, iş hayatının stressi ile başa çıkmak çok zorlayıcı. Evimin alışverişini, yemeğini yapmaya devam ediyorum, sosyal hayatımı aksatıyorum, eşimle arkadaşlarımla da vakit geçirmeyi ihmal etmiyorum aynı zamanda… Çok yoruluyorum bazen bunalıyorum ama çok da mutlu oluyorum. Günümün bir dakikasını bile boşa harcamıyorum bu sayede. Bu da benim için çok kıymetli. Her insanın içinde çok yüksek bir potansiyel olduğunu düşünüyorum, annelik bu potansiyelin daha büyük kısmını kullanmamızı sağlıyor ne mutlu ki. 

Her şeye yetecek gücüm var çok şükür, sağlığım yerinde ve her zaman içimdeki sesi dinliyorum…

O ses aksini söyleyene kadar da; çalışıyorum ve çalışmayı çok seviyorum...
Ben kendi doğrumu biliyorum ama sadece kendiminkini. Bu işin bir doğrusu yok; herkesin gerçekleri, istekleri ve koşulları birbirinden çok farklı. Bu nedenle asla ve asla kimseyi yargılamamaya özen gösteriyorum. Ben kendimle de, çalışmayıp bebeklerinin bakımını üstlenen tüm arkadaşlarımla da gurur duyuyorum.





Haaa bir de… İç sesime tapıyorum :) bana hep en doğruyu bulduruyor…
sizde öyle yapın... 
hem ne demiştik..

"annelik.. içinden geldiği gibi..."

(fotoğraf: lariendijital)



25 Mart 2016 Cuma

tombibirthday


Kendini yıpratan, kontrol delilerinin, hiçbir işi şansa bırakmayanların as başkanıyım evet. Kabul ediyorum. İşte bu yüzden doğum günü hazırlıklarına tombiler 7 aylıkken başladım. Zaten onlar için alışveriş yapmaya da gebe kalmadan önce başladığım için yakınlarımın hiçbirisi bu durumu garip karşılamadı.

Benim için aktif hazırlıktan öncesi zihinsel hazırlıktır çünkü. Elimizin altında bunca imkan varken neden riske girelim ki değil mi?? :) 

Bazı şeylerden çok emindim… mesela neyi istemediğimden… asla pembe, mor, mint yeşili ve gri istemiyordum. Daha canlı, aktif, heyecanlı bir parti olmalıydı. Kişi sayısını kısıtlamak istemiyordum. Keyifsiz bir doğum süreci ve ilk 6 ay yaşamıştık. Pek çok dostumu, ailemi istediğim gibi ağırlayamamış hatta tombilere hak ettikleri neşeli karşılamayı yapamamıştık. Doğumun olduğu gün hepimiz sonsuz kaygılı ve hüzünlüydük aslında… hastane sürecinden sonra da prematüre bakımında hijyen durumlarına maksimum dikkat edilmesi gerektiği için uzun süre 5 kişiden kalabalık bir ortama sokamadık bebeklerimizi. Sonra yaz tatili geldi, işe yeniden başladım derken sanki biraz sönük geçti ilk yıl gibi geldi hep bana. Birde kahvaltı/brunch saatine gelen bir organizasyon istemediğimi çok iyi biliyordum. Saat 10:00 bebeklerin çoğunlukla sabah şekerlemesi yaptığı saat bu süreçte onları uyanık tutmak zor olacaktı. Bir de sabah saatinde hazırlanmak yetişmek hem benim için hem de gelecek misafirlerimiz için eziyet haline gelebilirdi. Neyi istemediğimden emin olduktan sonra ihtiyaçlarımı belirlemeye başladım…






Partinin en zor aşaması uygun bir mekan bulmaktı. Yaklaşık 100 kişilik bir organizasyon yapacaktım. İlk olarak otellerden başladım. Ankara da mutfağını sevdiğim, kaliteli bulduğum bütün otelleri gezdim. Çay saati büfesi için seçeneklere ve fiyat aralıklarına baktım pek çoğundan teklif aldım. ürün içeriği olarak tatmin edici seçenekler bulmuş olsam bile ne yazık ki fiyat olarak bütçemizin çok üstündeydi gelen teklifler.  Bütçesi daha yüksek veya kişi sayısı daha az olan kişiler için yemek kalitesinden ve salon performansında en iyi alternatifler; ATLI OTEL, LİMAK AMBASSADORE otellerdi. İkisinin de aydınlık, havadar, camı dışarıya açılan salonları vardı. Otellerle bütçemiz uyuşmayınca cafe ve restoranlara sıra geldi. Pek çok mekan gezdim hiçbirini sevmedim veya savdim ama bu kalabalığı kaldıracak yetenekte değillerdi. Sonuç olarak hem menü kalitesi, hem fiyatları hem de mekanın genişliği ve aydınlığı açısından en çok içimize sinen; Beysukent yolu üzerindeki İSLİ FIRIN oldu. 1,5 yıldır evimizin altında bulunan şubesinden aldığımız her ürünün çok lezzetli olması da karar verme sürecimi hızlandırdım. Mekanın içerisinde bulunan 6 tane sevimli ağaç, dekorasyonun sadeliği, duvar değil cam ile kapalı olması ve çoookk ferah oluşu beni fazlasıyla tatmin etti. (Bu arada tertemiz ve zevkli döşenmiş bebek bakım odası da mevcut işletmede)

Gelelim organizasyona… “içimdeki ben hallederim yaaa ne olacak” diyen kadın baskın çıktı ama size tavsiyem siz içinizdeki o kadını susturun. Deli misiniz yaaa ??? Ben deliyim! Maalesef. Ama siz olmayın. 2 ay boyunca pinterestteki tüm parti fikirlerini inceledim. Doğum günü, baby shower, diş buğdayı, 30 yaş doğum günü, 60 yaş doğum günü… ne varsa hepsine baktım galiba. Sevdiğim beğendiğim tüm fikirlerin ekran görüntüsünü alıp telefonumda bir dosya ile biriktirdim. Aynı zamanda pinterestte “DO IT YOURSELF / HAND CRAFT”… vs altındaki pek çok içeriğide takip ettim. onlardan da biraz fikir almaya çalıştım.
Renk olarak maksimumda obje bulabileceğim ve aynı zamanda heyecan ve canlılık katan KIRMIZI, MAVİ ve SARI tonlarını belirledim. Açıkçası işimi en çok kolaylaştıran şey bu kararım oldu. Kendi evimde ve dışarıda bu renklerde sayısız seçenekte obje, süsleme, sunum malzemesi bulabildim. 

Pek çok şeyi matbaada bastırıp evde kendimiz yaptık. Tek tek hepsini anlatmaya başlıyorum...

1. Davetiye: anı olarak kalması için özel tasarlanmış basılı bir davetiyemizin olmasını çok istemiştim. Sevgili arkadaşım Berke ve M2N matbaacılık bu konuda ve diğer tüm basılı materyallerin hazırlanması konusunda bana çok yardımcı oldular. (www.m2n.com.tr) Fikri pinterestte gördüğüm bir görselden esinlenerek kendime göre revize ettim ve ortaya şöyle bir şey çıktı. Çok da güzel oldu bence :) 



2. Duvar panosu: mekanın tuğla duvarı olmadığı için arkadan transparan görünmemesi ve yansımaması için büfenin arkasına kalın bir malzemeden yapmamız gerekiyordu panoyu. hem önünde fotoğraf çekilecek bir baz olacak hemde büfenin görsel bütünlüğüne destek olacaktı. Önce mukavva yaptıralım dedik ama onu dik tutmak zor olacaktı ve pahalıya gelecekti. Sonra poster bastıralım dedik. İstediğim boyutlarda bir poster inanılmaz fiyata geldi. Sonunda köpük strafor alıp boyamaya karar verdik. Ankara Rüzgarlı sokakta bulunan inşaat malzemesi satan dükkanlardan temin edilebilir. Kendi rengi mint yeşili gibi ama üzerine astar çektikten sonra, birkaç kat  duvar boyası ile boyadığınız zaman istediğiniz rengi elde ediyorsunuz. Biz kırmızı tercih ettik. Koçtaş'ta Marchall boya renk makinasında istediğimiz renkleri hazırlatarak kullandık. 2 gün içerisinde tam olarak kuruyor ve kokusu kalmıyor. 125X65 cm boyutunda yüksek dansiteli strafor - tanesi 4,5 TL (biz 6 adet kullandık)


Panonun üzerine banner şeklinde HAPPY BIRTHDAY yazısı hazırlamıştık. İlk etapta ipe dizmeyi düşündüm ama sonrasında istediğim efekti vermek zor olacağı için pano üzerine pinlemeye karar verdim. Kırmızı uçlu toplu iğnelerde her bir bayrağı tektek monte ettik. Ardından bağlantı noktalarından pek hoşlanmadım ve www.funbou.com 'dan aldığım kırmızı beyaz kareli kumaş düğmeleri de aralarına iğneledim. Bu arada bu sitede harika 'kendin yap' malzemeleri bulabilirsiniz kesinlikle tavsiye ederim. Fiyatlarıda çok uygun. 





3. Bir Rakamları: Bunlarıda yine pinterestte görüp çok beğenmiştim. Orda mukavvadan yapmışlardı. Ama canım babam çok daha güzelini yaptı bize. Yine yukarıda bahsettiğim straforları kullanarak iki farklı 1 rakamı hazırladılar, dayım ile birlikte. Yine aynı şekilde astarlanıp boyandı. 






4. Ağaç Süslemeleri: bahsettiğim gibi mekanın içerisinde 4 tane sevimli ağaç vardı. bu ağaçlarıda dekorasyonun içerisinde katmak istiyordum. Genel konseptte herhangi bir figür kullanmak istemedim. Çocukların kendi resimlerini değerlendirmek istedim. bu noktada karşıma pinterestte çok sevimli fikirler çıktı. Eliz ve Erde'nin doğumdan itibaren çekilmiş 60 farklı ifadeli yüz resmini siyah beyaz hale çevirdik. Ve kafalarına kırmızı mavi sarı renklerde çizgili puantiyeli doğumgünü şapkaları geçirdik. Uçlarınada krapon kağıdı ile pompomlar yaptık. Fikri aldığım pinterest kullanıcısının ismini yazmamışım bir kenara, yoksa alıntı yaparak paylaşmak isterdim. Kendisinden gıyaben özür dileyeyim... :) 

Ayrıca ağaçlar için daha da bütün bir görüntü olması için yine funbou.com'dan daire şeklinde delikli kağıtlar sipariş ettim. (http://www.funbou.com/etiket-yuvarlak-2101)Bu kağıtlara Ankara Çayyolu sosyete pazarından aldığım çizgili ipler ile askılar yaptık. İpleri funbou da bulabilmeniz mümkün. (http://www.funbou.com/ambalaj-malzemeleri?page=3)  bu şekilde yaklaşık 100 adet ağaç süsü hazırladık. 




5. Büfe Süslemeleri: önce yiyecekleri anlatayım. Haftasonu çay saati olarak planlamıştım bu nedenle hem doyurucu olacak ama biryandan da çok yemek aktivitesi gibi görünmeyecek seçenekler seçtim. Herkesi sandalyede oturtma ihtimalimiz yoktu bu nedenle gençlerin ayakta olayca yiyebileceği şeyler hazırlandı. Börekler, mini pizza, 4 çeşit salata, dolma, mini muffin, kurabiye ve doğumgünü pastası şeklindeydi menümüz. Tabiiki ben mekanın tabaklarına bile müdehale ettim. Çok dümdüz görünmemesi için farklı yüksekliklerde cam ürünler getirdim evden ve servisi bu şekilde gerçekleştirdiler. 
Yiyeceklerin aralarına yine süslemeyi tamamlayıcı objeler ekledim. Börek, dolma ve  keklerin alınmasını kolaylaştırmak için kürdanlar hazırladım. Bu kürdanlardan mini muffinlerin üzerine taktıklarımız yine Eliz ve Erdenin şapkalı kafaları idi:) onun dışında Metro Grossmarketten aldığım ahşap kürdanları ve renkli bantlarla evde yaptığım kürdanları kullandım. Konsepte uygun renklerde kağıt pipetleri, peçeteleri, ağaçların arasına gerdiğim puantiyeli bannerları; Çayyolu Sosyete Pazarı içerisindeki parti malzemeleri standından aldım. Burada çok çeşitli pasta ve parti malzemeleri bulmanız mümkün. Göz atmanızı tavsiye ederim. Ayrıca büfenin üzerindeki kareli masaörtüsünü daha önce akıl edememişim. son gün farkettim bu eksiği ve IKEA'dan kumaş alarak son anda yetiştirdim. Hatta kenarlarını bastıracak vakit olmadığı için direk kullandım. Zamanım olsa daha ucuz bir alternatif kesin bulurdum. Bu kumaş pahalıya geldi maalesef. (http://www.ikea.com.tr/urun-katalogu/ev-tekstili/kumaslar/50165362/berta-ruta-metrelik-kumas.aspx)









6. Kıyafetler: Aslıda Ebru Danyal'dan bir takım diktirmeyi çok isterdim onlara ama fiyatları çok yüksek geldiği için bu alternatifi elemek zorunda kaldım. Zara'dan Eliz için gömlek ve jile, Erde içinde pantolon, gömlek ve hırka aldım. Birbirleri ile aynı değil ama uyumlu olmalarını istedim. Erde Bey'in cool şıklığını pantolon askısı ve papyon ile tamamladık.  Kendimiz içinde fotoğraflarda bebeklerin önüne geçmeyecek, tarzımıza uygun kıyafetler tercih ettik. Parti konseptimize uygun olarak bebekler için kukileta şapkalar hazırlattım (www.evimatolyem.com'dan ) Ama bizimkiler kafalarında birşey olmasından pek hoşlanmadıkları için maalesef takamadık onlara, anne baba olarak biz takarak eğlendik. 








7. Balonlar: Konsept renklerine uygun metalik balonları Gordionda alt kattaki baloncudan aldım. Götürene kadar yarısını patlattım :( ama bence doğumgününün en önemli ayrıntısıdır balon olmazsa olmaz yani. büfenin yanına ve mekan girişine koydum. bu balonlar heryerde aynı fiyat o yüzden size en yakın yerden almanızı tavsiye ederim.

8.Hediye Masası: Tüm dostlarımız getirdikleri hediyelerle bizi sevindirdiler. Ama çok kalabalık olduğu için hediyeleri orada açamadık. Bir masa üzerinde hepsini topladık ve üzerlerine etiketlerle isim yazdık. Evimize gittiğimizde keyifle hepsini açtık. Açıkçası orada açıp direk teşekkür edebilmeyi çok isterdim ama vakit kısıtımız olduğu için bu vakti herkes ile daha uzun süre ilgilenerek geçirmeyi tercih ettim. 




9. Pasta: çok fazla obje barındırmayan sade bir pasta olmasını tercih ettim. Çünkü mekan pastane olduğu için dışarıdan bir butik heykeltraş pastacı ile çalışmamız mümkün değildi. Bu nedenle riske girmedim ve yapılabilecek en basit modeli tercih ettim. Ama yinede süslemesini çok beğendim mi derseniz hayır ama tadı gayet güzeldi.







10. Fotoğraf: Sevgili arkadaşım Yeşim (www.jadefotograf.com) bizi bu günde de yanlız bırakmadı sıcak ve samimi fotoğraflarımızı çekti. Profesyonel fotoğrafın kesinlikle olması gerektiğini düşünüyorum. Albüm yaptırıp yaptırmamak sizin kararınız mesela biz istemedik ama güzel çekilmiş nitelikli fotoğraflarımızın olması bizi çok mutlu etti. Çok sevgili iki arkadaşım daha var fotoğraflar için önerebileceğim. Instgram'da Yelijoe ve LarienDijital hesaplarına göz atmanızı tavsiye ederim.

11. Diğer: Organizasyonu kendiniz yapacaksanız mutlaka mekana erkenden gidip hazırlıkları yapmalı ve her çeşit bant, makas, zımba, iğne, raptiye, yapıştırıcıyı yanınızda bulundurmanızı tavsiye ederim. Çok sevdiğim dostlarımın inanılmaz keyifli işler çıkarttıkları şirketleri var onları da gönül rahatlığı ile tavsiye ederim. Yine, Instagramda HAPPY WORKSHOP ve ŞANS PARTİ ATÖLYESİ hesaplarına bakabilir oradaki kontak bilgilerinden kendilerine ulaşabilirsiniz.


Gelelim sadede;

Bir yaş doğum günü bebekler için oldukça zorlayıcı oluyor. Bir sürü insan, kucaktan kucağa zıplamalar, uykusuz geçen 5 saat ve sonsuz öpücük bide milyonlarca fotoğraf. Kendileri pek birşey anlamıyorlarda... Biz anne babalar bu organizasyonu kendimiz için yapıyoruz aslında biliyorum... ama napayım yani aylarca karnımda taşıdım bir yıl emek zahmet uykusuz baktım dimi? azıcık eğlenmek, sevdiklerimle vakit geçirmek benimde hakkım değil mi? :) Yani çok yoruldum ama bi daha olsa bi daha yaparım... bir yaş çok özel bir yaş bence. Mutlu gülen fotoğraflarla anılar bırakmak.













Benim içinse o gün hem anneliğimin birinci yılı, hem canım sevgilim Barış'ın 33. yaş günü hem de evlatlarımın ilk yaş günüydü. Öyle heyecanlıydım ki duygusallaşamadım bile. 
Anılarımda sonsuza dek keyifle saklayacağım, her anında mutlu olduğum, ne kadar sevdiğimi ve ne kadar sevildiğimi yeniden gördüğüm bir gün oldu. 

İyiki ailem iyiki dostlarım var... Hayat hep birlikteyken çok güzel :)

ayrıca...

İyiki doğdu Tombiler !!



14 Mart 2016 Pazartesi

en iyi...


En iyi ihtimalle orada bir köşede öleceğim.
En iyi ihtimalle cesedim tek parça olacak.
En iyi ihtimalle henüz tecavüze uğramamış olacağım öldüğümde.
En iyi ihtimalle hemen haberdar olacak yakınlarım, saatlerce beni aramak zorunda kalmayacaklar hastanelerde…
En iyi ihtimalle adım bir adli tıp dokümanında yazmayacak…


Ülkemin başkentinde, hak ettiğim gibi yaşayamamaya alışalı uzun süre oluyor ne acı… ama hak ettiğim gibi ölür müyüm artık orası da bir muamma…

30 Aralık 2015 Çarşamba

ben süper degilim!

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Sadece her şeyi layıkıyla yapmaya çalışan biriyim. Mesela bir mektup mu yazıyorum? Kağıdım tertemiz olsun, yazım tek bir hat halinde dümdüz olsun, cümlelerim anlamlı, paragraflarım sıralı olsun isterim. İmzamı atmaya gerek olmadan, mektubunu okuyan onu benim yazdığımı anlasın isterim. Gerekli olduğu için değil, içimde geldiği için yaptığım her şeye yüksek özen gösterip, kendimce en doğru sonuca ulaşmaya çalışırım.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Kimseye işini öğretmek veya benim yaptıklarımın aynısını yapar, izimden gelirsen çok başarılı olursun demek gibi bir iddiam, örnek olmak gibi bir gayem yok. Ama sorarsanız cevap veririm, paylaşırım, bildiğimi kendime saklamam. Yine de asla ben en iyisini biliyorum demem. Diyemem. Çünkü “en iyi” nedir bende bilemem.
Ben içimin sesine, ruhumun kulağıma üflediklerine güveniyorum. Bir de beklide en önemlisi. Okuyorum! Sınırsız ve sabırsızca dünyada ki tüm bilgilere duyduğum sonsuz açlıkla okuyorum.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Kendimi ifade etmeyi, açıklamayı seviyorum. Bilgi bulutundan yağmurlar yağdırmayı, bildiğimi paylaşmayı seviyorum. Belki de herkesin içinden geçenleri anlatıyorum, ama herkes anlatamıyor işte… Ben anlatıyorum. Yan yana getirdiğim kelimelerden cümleler akıyor ama aslında onlar benim zihin havuzumdan klavyenin tuşlarına veya bembeyaz bir yaprak kâğıda dökülüyor. Sen okuyorsun diye değil ben söyleyebiliyorum diye gülüyor yüzüm. Sen hak veriyorsun doğru buluyorsun diye değil ben açıklayabildim diye seviniyorum. Sürekli takdir edilmek gibi bir kaygım yok ama beni okuyunca birinin zihnindeki minik ışık yanıyorsa, kalbinden bir tel ufakça gerilip içini sızlatıyorsa, vicdanına ben ne düşünüyorum ki bu konuda diye soruyorsa… İşte ben o zaman; ben oluyorum. Belki senden duymuyorum bunları okumuyorum ama hissediyorum. Birilerini bir yerler de etkiledi bu cümlem, işte onun kalbine veya sinirine dokundum diyorum… Kahkaha atıyorum sonra… Başardım diyorum. Kendi misyonumu yerine getirdim. Onaylasa da onaylamasa da onun kalbine dokundum diyorum…

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Özellikle annelik konusunda kimseye ahkam kesebilecek kadar bilgi sahibi değilim. Doğaçlama davranıyorum içimdeki küçük bebeğe soruyorum. Sen olsan ne yapardın diyorum. İşte o bana cevap verdiğinde, davranışa geçiyorum ben. 10 aydır bildiğim tecrübe ettiğim bir konuda en iyi olmayı beklemiyorum ama zaten herhangi bir kişinin de bu konuda en iyisi olduğuna inanmıyorum. Her olay kendi içinde anlamlı, kendi şartlarında mümkün, kendi içinde kıymetli… İşte bu yüzden ben kimseyi yargılamıyorum. Bir şey gördüğümde veya okuduğumda, olayın öznesi burada doğru davrandı veya davranmadı demiyorum. Öznesi ben olana kadar yorumlamıyorum bu durumu zihnimde. Ben olsaydım ne yapardım diye düşünüyorum elbet, ama kendi şartlarımda karar veriyorum sonunda. Yargılamıyorum, etiketlemiyorum… Çünkü ben “süper” değilim. Çünkü o da “süper” değil…
Sen benim yaptığımı yanlış bulduğunda onu içinde tutamayıp uluorta paylaştığında, sorguladığında, ben bunu önemsiyorum. Ama davranışa dönüştürmüyorum çünkü olayın öznesi benim. Benim şartlarımda gerçekleşiyor ki sen bunu bilmiyor sadece dışarıdan gözlemliyorsun. Sonunda ben üzülüyorum ama yanlış yaptım diye değil sen neden böyle söylemek gereği duydun diye üzülüyorum. Yani kendim için değil senin için üzülüyorum.
Yargılama, eleştirme, bana karışma demeyeceğim hiçbir zaman. Ama şunu bil istiyorum. Ben yine o olay olsa, yine içimden geçeni, ruhumun kulağıma üflediğini yapacağım. Beni tanımayan senin, dikte ettiğini değil.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Ben “en iyisi” değilim! Ben benim… Anlattığım gibiyim. En eğitici oyuncağı, en sağlıklı ilacı, en besleyici yemeği, en doğru düzeni, en sağlıklı uykuyu, en ergonomik kanguruyu, en güvenli otomobil koltuğunu bebeğime sağladığımı iddia etmiyorum. Ben kendimce doğru olanı yapıyorum. Ve bunu yaparken seni yargılamıyorum.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Bi düşünsene belki sende değilsindir. Ama süper olmasak bile bir süper gücümüz var aslında. Birbirimizi anlayabiliriz. Dümdüz konuşmak yerine empati kurup birbirimizin yerine kendimizi koyabiliriz.

Annelik savaşını bitirebiliriz.

Evet yapabiliriz!

Hadi itiraf edin…




not: vakit bulursan izlemeni tavsiye ederim...

https://www.youtube.com/watch?v=2K18y1W2Lek