28 Eylül 2015 Pazartesi

doganlar; büyüyor...


Bir bebeğin annesi olmak demek; her sabah uyandığında 
"bugün ne yenilik yaşayacağız acaba??" diye düşünmek demektir. 
İki bebeğin annesiysen eğer işler biraz daha karmaşıklaşır... 
Bazı sabahları hiçbir şey düşünme fırsatı bulamadan güne başlamış olursun :) 

Son haftanın gelişmeleriyle hayatımız değişti. Doktorumuzun bu çocuklar artık hazır demesiyle, karışık beslenme dönemine giriş yaptık. Artık evimizde "bebek yemeği" pişmiyor. Ortak soframızda ortak yemekler yiyoruz. Bazen yerlere fırlatarak, bazen püskürterek, bazen kaşığı havada kaparak, bazen gülmekten ağzındakileri dökerek geçiyor günler.
İlk gün nasıl yapacağız diye çok korkmuştum ama iki gün içerisinde bende onlarda uyum sağladık. Mama vermiyoruz, anne sütü ve yemek yiyorlar artık ve inanılması güç de olsa doyuyorlar ve uyuyorlar:) Henüz dişleri olmayan damaklarıyla köfteleri, ekmekleri, balıkları öğütebiliyor olmaları inanılmaz. 

Bir prematüre annesiyim ben...

7 ay önce 2300 gramken, 3 cc anne sütünü enjektörle ağzına sıktığımızda bile yutarken yorulup uyuyakalan bir bebeğin bugün balık köftesini yalayıp yutmasını izlemek ne büyük mutluluktur bunu ancak yaşayanlar anlar. Öylesine güçsüz öylesine halsiz bir bedenin bugün kendi kendine yiyebileceğine inanıp elimdeki kaşığa saldırması gözlerimi dolduruyor.

Kıssadan hisse, bir anasözü olan "doğanlar büyüyor..." gerçeği en çok yansıtan cümle...

Evet büyüyorlar. Ve ben her geçen gün hem onlara hemde kendime hayretler içinde bakıyorum. 

Büyüyoruz ve yenileniyoruz...





16 Eylül 2015 Çarşamba

30'umdayım ve tam yasımdayım



Kendimi gerçek bir birey gibi, bir kadın gibi, bir dünyalı gibi hissediyorum artık.

Duvardaki kırmızı oje çiziğine bile anı yükleyebilecek kadar yaşadıklarımdan ve kendimden emin bir dönemdeyim. Çamaşır makinesinde asılmayı bekleyen gömleklere karşı bile sorumluluk hissediyorum.

Evet; biraz abartıyorum, yazarken değil, yaşarken abartıyorum!

Varoluşumun, yaşamamın, bu dünyada nefes almamın bir amacı olmalı. Mutlaka olmalı ve ben onu bulacağım…

Bugüne kadar hep ektim, adım attım geleceğe. Şimdi 30’umdayım ve tam yaşımdayım. Sonuçları görmeye, yaşadıklarımdan dert değil, ders çıkartmaya hazırım. Kendi hayatım adına hayallerimi somutlaştırdım. Toplumun huzura kavuşması için gereken yapılacaklar listesindeki pek çok konunun yanına check attım. Mahalle baskısından kurtuldum böylece. Mezun oldum, evlendim, çocuk yaptım, kariyerimi olgunlaştırdım. Tüm bunlar beni çok da mutlu etti. Ama bir şeylerin eksikliğini yaşıyorum hala… Daha fazla üretmeli, daha fazla öğrenmeli, daha fazla fayda sağlamalıyım sanki…

İşte bu nedenle, önümüzdeki 10 yıldan beklentim, beni büyütmesi, olgunlaştırması, yetiştirmesi değil. İlk 30 yılda kazandıklarımı başkaları lehine kullanmamı sağlaması. Ben ki; nefes alan almayan tüm varlık ve nesnelere karşı bile sorumluyum onlar için hayatta kalmaya devam etmeli, dünyayı daha huzurlu bir yer yapmak için çalışmalıyım.
Söz uçar yazı kalır diye kendime not tüm bu yazdıklarım. 40’ımda dönüp pişman olmayım, “kimileri için uzun bile sayılacak bir ömrü boşuna harcadın be kadın!” demeyeyim diye kendime bir uyarı metni bu.

Çünkü bugün…

30’umdayım ve tam yaşımdayım…



11 Eylül 2015 Cuma

benim hikayem


Korkunç geçen 4 günün ardından tüm ailem, arkadaşlarım evde toplanmışlar. Herkes gülümsüyor ama inanılmaz kaygılılar. Sanki ben anlamıyorum... Espriler, şakalar, kahkahalar havada uçuyor… Yarın sabah gelecek ikizler 33.haftanın sonundayız ama gelişimleri daha geride. Erken doğum kâbusu bizim de başımıza geldi maalesef. Kafam allak bullak…

Odayı süslemek istemiyorum, fotoğraf çekilsin istemiyorum, kimse gelsin istemiyorum yanımda. Gidelim, uyuyayım ve bebekler yoğun bakımdan çıkana kadar uyandırmasınlar beni. Evlatlarım olmadan oradan çıkıp eve gelecek olmak sonsuz korkutuyor beni.

Anılar anlatıldı, hediyeler hazırlandı, tatlılar yendi, yalandan güldük eğlendik, ben mutlu olayım diye hazırlanmış bir sahnedeyiz sanki...
 Uyumadan önce günlüğüme şunları yazdım…

“ En yakın olduğumuz son gece… Çok şey yazmak istiyorum hepsi düğümleniyor aklımda. Sağlıkla gelin benim aceleci bebeklerim, belki hemen kucaklayamayacağım sizi ama eminim sevgimiz sizi saracak ve hızla büyütecek. Yarın büyük gün… 
Sağlıkla gelin, evimizi yuva yapın”

Ardından sonsuz bir uykuya yattım sanki… Sabah 5’de başka biri olarak uyandım. Ömrümde karşılaştığım en güçlü kadınım ‘ben’. Her şeyin üstesinden gelebilirim! İnanılmaz bir güç… Sonradan anladım ne olduğunu… Annelik gücü…

Evdekileri uyandırdım, giyindim, makyaj yaptım. Valizimiz, eşyalarımız zaten hazır kapıda. Sanki ben değilim az sonra doğum yapacak. Kapıdan çıkarken herkesin kıyafetlerini, saçını, makyajını kontrol edip birde Barış’ın ayakkabılarını sildim. Herkes gülüyor bana sanırım baya saçmalıyorum… Bu “çok güçlü kadın” maskesi dengemi bozuyor…

Hastaneye vardığımızda öyle coşkuyla karşıladılar ki beni. Canım ailem, dostlarım… Sanki düğündeyiz. Sabahın 6'sı değilmiş gibi bir mutluluk. Şehir dışından gelmiş yetişmişler, hepsi gülümsüyor. Hiç korkmuyorum, herkes yanımda, ben anneyim, ben çok güçlüyüm…

Odaya çıktık, NST’ye bağlayacaklar. Her şeye dışarıdan bakıyormuşum gibi geliyor. Sanki ben değilim bunları yaşayan. Hiç tekmelemediler geceden beri. Erde’ nin kalp atışlarını aldık. Güp güp güppp… !! Eliz’e döndü prob hiç ses yok… Neden yok… Nerede?  Yine kaygı gelip hücum ediyor. Hemşire "sakin bir sıkıntı yok, pozisyonundan kaynaklıdır" diyorsa da dinleyemiyorum. Dünya yıkıldı altında kaldım ben.

Kapı açıldı Cihangir Hoca geldi. Elimi tuttu. Geçti birden her şey, sonsuz bir güven duygusu… “hadi” dedi. “gidiyoruz”

Sedyeye aldılar beni koridorda ilerliyoruz sonradan resimlerde gördüğüm kadarıyla gülümsüyorum baya ama şuan hiç hatırlamıyorum o yolu.  
Başka biri oradaki, ben değilim aslında.

Dışarıdan bakıyorum kendime “ne kadar güçlü bir kadın”
İçeriden bakıyorum kendime… Göremiyorum… Yok olmuşum…

Asansöre bindik, sonunda biraz sessizlik, ohhh… Bir elim Cihangir Hoca’da, bir elim Barış’da… “Çok şanssızsınız” diyorum. Önce anlamıyorlar. 
“Siz erkekler öyle şanssızsınız ki; asla içinizde kıpırdayan bir canlı taşıyamayacaksınız. Bir insanı var etmenin o sonsuz gücünü asla bilemeyeceksiniz. Onu korumak, beslemek, büyütmek, dünyaya hazırlamak öyle yüce bir duygu ki bu… Çok şanssızsınız! Bir daha doğurmak istiyorum ben. Erde ve Eliz sağlığına kavuşsun. Bir daha… Bundan daha büyük bir haz olamaz hayatta… Hamilelik tanıdığım en muhteşem duygu benim…”

Derken yol bitti, ameliyathaneye aldılar beni, ellerim bomboş kaldı… Tek başınayım, buz gibi bir metal masa… Çıplak, çaresiz, aklım taaa derinlerimde… 
Ağlamaya başladım, sessiz iki damla gözyaşı.

Ertesi hafta o anı hatırlayınca şunları yazmışım günlüğüme...

“Bir hafta önce şuanlar da neyle karşılaşacağımı bilmeden gözyaşlarımı tutmak için uğraşarak, korkudan titreyerek ameliyathane masasında yatıyordum… Aklımdan ışık hızıyla sorular geçiyor hepsinin cevabından korkuyorum. “Nefes alırlar mı? Ağlarlar mı? Hareket ederler mi?” Toplam ağırlığı 3,5 kiloyu geçmeyen iki minik bebeğin altı hafta erken dünyaya gelişini bekliyorum… Bilinmezlik korkutuyor en beteri. 
Geçmek bilmeyen dakikalar sonunda 7:49 Erde, 7:50’de Eliz selamladı bizi aklımdaki soruların yersiz olduğunu bana göstererek. Bu ilk günlerimizi birbirimizden uzakta geçiriyoruz belki ama kokunuzu, yüzünüzü saklıyorum her gün yanımda. Sizinle uyuyorum sizinle uyanıyorum hayata. Hayal kurmaya devam ediyorum. Büyüyorsunuz orada sanki hala karnımdaymış gibi… Biliyorum geçecek bugünler ve biz daha güçlü olacağız, üzüldüğümüz her saçma şey için de kızacağız kendimize… Gerçek acıyla yüzleşmediğimiz günlerde ağladığımız şeylere burun bükeceğiz hep… Hayattasınız, dünyaya gelmek için bizi seçtiniz, beni Erde ve Eliz’ in annesi yaptınız…
İyikilerimin en başında gelen evlatlarım… İyi ki doğdunuz…”

Benim doğum hikâyem diyince bunlar geliyor aklıma. Kesik kesik sahneler. Biçimsiz anılar gibi sanki çok eskilerde kalan. Hâlbuki daha 7 ay önce yaşandı tüm bunlar. Yaşandı ama geçmedi orası bir gerçek. Ben de herkes gibi dışarıdan çok güçlü bir kadın izledim. Tüm zorluklara göğüs geren, hep gülümseyen, hiç yılmayan. Ama içimin parçaları yeni yeni birleşiyor daha. Onlar gülümsüyor ben bir bandaj yapıştırıyorum geçmişe, onlar kahkaha atıyor ben bir dikiş atıyorum zihnime…

En büyük dayanağım Barış’ım… En büyük güvencem Dr. Cihangir Çakıcı… 
Ve bugün yanımda yaşam kaynaklarım Erde ve Eliz…

---

6 Şubat 2015 günü kalbim bir daha hiç birleşmeyecek kadar derin bir yarıkla ikiye bölündü. Bir yanımın adı Eliz, bir yanımın adı Erde oldu… Sayenizde ANNE oldum hem de iki kere… Çok şanslıyım ki dünyaya gelmek için benim bedenimi, bizim yuvamızı seçtiniz. 
Bugün anneler günü... 
Sabah uyandığımdan beri içimde bir garip duygusallık, dramatik bir sevinç… 
Anne oldum ve annemi daha iyi anladım. Anne oldum ve dünyalar benim oldu, hayatta bir izim oldu. Bu yüzden birinizin adı Erde, dünyamın merkezi… Birinizin Eliz, elimin izi… Hayata kattığım değer, varoluşumu anlamlandıran somut izlerimsiniz…
Yaşadığımız her ana, her gülücüğünüze, her gözyaşınıza şükürler olsun…
Sizi çok seviyorum... 


9 Eylül 2015 Çarşamba

bugün...

İlk planım geçmişten başlayıp bugünlere kadar yazmaktı ama sanırım yapamayacağım. Dizi dizi günlüklerim, sayfalarca notlarım var ama dönüp okumak bazen canımı yakmaya devam ediyor. 
Çok heyecanlı, çok keyifli, çok meraklı, çok korkutucu, çok sıkıntılı günlerdi... 
Ama işte nihayetinde bitti.  
Evet belki bitti, ama geçti demek için oldukça erken hala. 

Yaşadıklarının hayatında izler bırakmaması imkansız zaten ama ben bunu atlattım artık bu geçmişle barıştım, hallettim demek zor. Bunu yapamadığını kendine itiraf etmek ise kimilerine göre zor. Ben kendimle barışanlardanım sanırım. 
Atlatamadım kabul ediyorum... Ama sanırım güzel kamufle oluyorum...

Yıllardır yazarım, yazdığım kadar da okurum. Yazmadan sakinleşemeyenlerdenim. Belki de bu sayede tanıyorum kendimi. Yazıyorum sonrada dönüp okuyorum, bazen hemen ertesi gün bazense yıllar sonra... Orada bıraktığım "ben" ile yüzleşiyorum... 

Neşeli başlamak isterdim bu defterime ama olmadı. Hayat yine izin vermedi. Aylardır onlarcası telef oldu bir hiç uğruna, akılsızlar sürüsü ise daha fazlası için can atıyor ne yazık. Bir oyundur oynanıyor, birileri gülüyor birileri ağlıyor, evladından oluyor.  
Ne vatan; ne de canlar sağ oluyor.  

İstiyorum ki burası benim oyun alanım, sakinleşme köşem, resimli, videolu, tavsiyeli günlüğüm olsun. En çok çocuklarımı, sonra biraz kendimi anlatayım. Kimse bakmazsa ben bakayım, kimse okumazsa ben okuyayım, kimileri ilgilenirse de bugün birini daha tanıdım diye şükredeyim...