24 Ekim 2016 Pazartesi
elveda
seni de içine çekiyor mu medeniyet?
böyle hergün iliklerine kadar hissediyor musun kurumsallığı damarlarında. kimin hayatını yaşadığını şaşırıyor musun bazen? hatta belki de kim olduğunu?
toprağa dokunmadan, çiçek koklamadan geçti ömrümün baharı. kimi gün hızlı hava değişimine, kimi gün giyecek kıyafetim olmamasına, kimi gün uykumu alamamama, kimi gün de rötar yapan uçağa sinirlendim. ihtiyacım olmayan birkaç şey aldım bugün yine kendimi daha iyi hissetmek için ve sırt ağrılarıma iyi gelecek bir masaj seansının hayalini kurarak yedim öğlen yemeğimi.
geçmeyen bitmeyen migren ağrımın çaresini MR çektirip daha fazla radyasyon alarak çözmeyi planlıyorum. halbuki haftada bir saat uyusam bir ağaç gölgesinde geçecektir belki de.
ama ağaç gölgesinde uyumanın plasebo etkisi yok ki.. bide uyurken doğru kombini seçme zorunluluğu var strese girmeye sebep, belki uyumadan spontane bir fotoğraf çekersem diye...
eskiden duygulanırdım gözümden yaş gelirdi sinirlenince, şimdi biriktirip biriktirip topluca ağlıyorum 6 ayda bir yaklaşık 3 saat sürüyor. gözyaşımı bile erteliyorum anlayacağın. kendim için ağlamaya bile vaktim yok sanırım. şu 14 satırı yazana kadar 4 sefer saate baktım ki trafiğe kalmayayım eve dönerken... kendim için yazı yazmaya bile vaktim yok sanki...
merhaba medeniyet, kağıt kokusu almadan yazıyorum sana, ellerimde kalem izi çıkmadan orta parmağım eğilmeden döküyorum içimi...
elveda hayat, emeklilikte tanışmak üzere...
11 Ağustos 2016 Perşembe
bazen
bazen için şişer ya işte öyle bu aralar.
hatta büyüklerin bir sözü vardır çok severim "içime öküz oturdu" derler ya işte öyle bu aralar...
sanki bir sürahiyim ben, tepemden doldurmaya başlamışlardı. sonra bir ara insafa gelip bir bardak alıp üstten boşalttılar dinlendirdiler beni. ama şimdi yeniden bu sefer daha büyük bir tazyikle dolduruyorlar hızlı hızlı. ve koydukça şaşırıyorlar eminim... aaa bunu da aldı. aaa bak yine taşmadı ne ilginç...
sanki bir valizim ben, kısa sürecek ama havanın belirsiz olduğu bir tatile gitmeden önce hazırlanan. dışımda sert bir kapak var darbelere dayanıklı gibi görünen. sanki bir daha hiç dönmeyecekmişcesine alıyor yanına eşyalarını sahibim, doldurdukça dolduruyor gömlekler, ceketler, pantalonlar, tshirtler. tam kapatacak fermuarı. bu da lazım olur belki diyor koskoca bir paltoyu tepmeye çalışıyor içime içime. kapanmayacak gibi kabarıyor göğsüm. bu sefer oturuyor üstüme, eğiliyor kenardan fermuarı çekmeye başlıyor. iki farklı taraftan sıkıştıra sıkıştıra kapatıyor. kendisi bile şaşırıyor. vayy be hepsini aldı, patlamadı mübarek...
sanki bir yağmur mazgalıyım ben, kırk yıllık kuraklıktan çıkmışçasına bastırıyor nimet. gürül gürül akıyor yollardan sular... hepsini yutuyorum, damla damla değil oluk oluk akıyor boğazımdan. insanlar kaçışıyor etrafımdan, şemsiyeli pardesölü kadınlar, ceketini başına siper eden adamlar geçiyor yanımdan. öylesine çok yağıyor ki azıcık taşar gibi oluyorum pes ediyorum sanki, yok yapamayacağım daha fazla diyorum ama son bir derin nefesle çekiyorum yine içime tüm birikeni. taşacakkk diye bağırıyor ordan bir çocuk, az öncesi sakin çiselemede gemisini yüzdürüyordu oluğumda ama şimdi korkuyla izliyor beni. şaşırıyor baktıkça. ne büyük bir kanala karıştı kim bilir bu yağmurlar da taşmadı bu mazgal diye düşünüyor annesi onu ev doğru çekiştirirken...
sanki ben ben değilim, dünyasını sırtında taşıyan ama hiç offf demeyen bir kaplumbağayım gibi geliyor bazen.
dışımda sepsert bir kabuk sanki hiç kırılmayacak.
arkamda sanki bir dağ hiç yıkılmayacak.
içimde bir koca volkan kaynadıkça kaynayan sanki hiç patlamayacak.
ama aslında herkes gibi biraz insanım, hatta aslında oldukça fazla bir hayvanım. içgüdüleriyle davranan, biraz kırılgan, biraz naif, biraz ağlamaklı, biraz yorgun, biraz bitkin ve uykusuz, çokça düşünceli, çokça sevecen, çokça duygusal, çokça birilerine av olmak zorunda olan, ama en çok da kendine yenilen...
galakside bir minik kum tanesiyim, derdim benden de küçük belki.
ama işte bazen için şişer ya... işte öyle bu aralar...
29 Nisan 2016 Cuma
çalısan anne sendromu...
Kapıya yaklaştım içimde bir hüzün, çantamı aldım… Tombiler
heyecanlandı onlar da gelecek zannettiler sanırım. “Beni yolcu etmeyin” dedim
yardımcımız Azize’ye, kapıyı kapattım arkamdan. Hayatımda ilk kez kapıyı
kilitlemeden işe gidiyorum çıkıyorum sanırım diye düşündüm.
Asansör geliyor… 10-11-12-13 dinggg!! Bindim aynaya baktım!
Kendimle göz gözeyim… İki ufak damla yaş… Arabaya bindim, anında radyoda başladı; en sevdiğim
şarkılardan birisi “californian dreamin” şükürler olsun diye düşündüm, bu bir
işaret… Yüzüm güldü yeniden, muhtemelen gözlerim de…
O Pazartesi hayatımda yepyeni bir dönem başlıyordu…
Ve şimdi bakıyorum da… Neredeyse 7 ay oldu iş hayatına
yeniden döndüğümden beri. İlk günler heyecanlı ve merak ederek geçti aklım hep
evde ve kameraların canlı yayınındaydı evet. Ama zamanla çok daha iyi hissetmeye
başladım.
Şimdi başa dönelim. Tombiler doğduktan sonra ilk 17 gün
ikisi birlikte, sonraki 15 günde sadece Eliz yoğun bakımdaydı. Yani biz ikizli
hayatımıza bir miktar gecikmeli ve sancılı bir süreç ile başladık. Doğum
yaptığım ilk günden itibaren annem ve çoğu zamanda kardeşlerimiz bizimle
birliktelerdi. İlk zamanlar moral olarak da desteğe ihtiyacımız olan bir dönem
olduğundan sevdiklerimiz bizi hiç yalnız bırakmadı şükürler olsun. İki bebek de
eve geldikten sonra prematüre olmalarından kaynaklı olarak ev popülâsyonunu
düşük seviyelerde tutmaya başladık. Zaten gündüz saatlerinde herkesin
koşturmaları, işi, okulu olduğu için çoğunlukla annem ve ben tombilerin öz
bakımı ile ilgilenmeye başladık.
Açıkçası o dönemlerde bakıcı için yaz dönemini beklemek
fikrindeydim; hem maddi olarak hem de manevi olarak evde yeni biri ile yaşama
fikri bize zorlayıcı gelmekteydi. Ama zamanla hayat çok zorlaşmaya başladı. Son
10 yılını çalışarak geçirmiş bir insan olmama rağmen evin hiç sakinleşmeyen
temposu ve bebeklerin sonsuz ihtiyaçları aynı zamanda evin temizliği, yemeği,
çamaşır yıkama, asma, kurutma, ütülme döngüsü ve misafir ağırlama sıklığı
oldukça yıpratıcı olmaya başladı. İkinci ayın sonunda ben zombi bir loğusaya
dönmüş, annemde vertigo atakları ile baygınlıklar geçirmeye başlamıştı.
Hal böyle olunca bakıcı bulma sürecimizi hızlandırdık ve
karşımıza Azize çıktı. 3. Ayın başından itibaren evimizde bir yardımcımız vardı
çok şükür. İlk dönemlerde sadece ev işleri için bize destek oluyordu. Yemek yapmak
hariç diğer tüm işlerimize yardımcı olarak başladı ve bebekler neredeyse 5
aylık olana kadar da onlar ile ilgili bir sorumluluk vermedim, geceleri hiç
uyandırmadım (hala gece kaldırmıyorum ben ilgileniyorum) sonra ben ona
alıştıkça ve güvendikçe bebeklerin bakımı ile ilgili görevlerini arttırmaya
başladık. Haziran ortasında yazlığımıza geçtik, güzel hava ve sağlıklı beslenme
imkânları aynı zamanda dingin bir ortam bize çok daha iyi geldi. Yaz dönemini loğusa
depresyonumu atlatmaya, bebekli hayatıma alışmaya ve kendimi dinlemeye ayırdım.
Ağustos ayının ortalarına doğru Ankara’ya annem olmadan
döndük ve işe başlama dönemine hazırlanmaya başladım. Bizim yazlıkta olduğumuz
dönemde Barış; evin daha önce belirlediğimiz önemli noktalarına kamera
sistemini taktırmıştı. (Salon, koridor ve bebeklerin odalarında canlı bağlantı
ile izleyebileceğimiz kameralarımız bulunuyor.)
İlk olarak 30 dakikadan başlayacak şekilde, her gün
bebekleri Azize ile yalnız bırakmaya başladım, bu hem benim için hem de onun
için bir alışma neler yapabiliyoruz anlama süreci oldu. İkinci hafta yalnız
bırakma süremi yarım güne çıkarttım. Bu dönemde eve döndüğümde bebeklerin
durumunu, moralini ve huzur durumunu hep tarttım.
Eylül ayı başında işe başlama dönemim geldi. İlk haftalarda
her gün 2-3 sefer farklı saatlerde emzirmek ve kontrol için eve geliyordum. Bu saatleri
hiçbir zaman sabit tutmadım hep farklı vakitlerde gitmeye çalıştım. İşimin evime
yakın olması, günlük programımı kendim yapıyor olmam ve çalıştığım şirketin ve
müdürlerimin desteği bu dönemi kolayca geçirmemi sağladı. Annemin tekrar Ankara’ya
dönmesinin ardından onun da desteği arttı. Haftanın birkaç günü gündüz Azize’ye
gece de bize destek olmak üzere bizde kalmaya başladı. Şuan ki sistemimiz de bu
şekilde devam ediyor. Ben gün içerisinde en az 3 sefer telefonla aramaya devam
ediyorum. Bazı zamanlarda eve erken dönüyorum, bazen ise gün içerisinde
uğruyorum vaktim olduğunda. Annemin olduğu günlerde ise Azize ev işleri ile
biraz daha yoğun ilgileniyor.
Sistemi anlattım, biraz da psikolojimi anlatayım…
(fotoğraf alıntıdır) |
Ben çalışan bir annenin kızıyım. 10 ay annem bakmış bana
sonrasında 2,5 yaşıma kadar ananem ve teyzem. Ardından zaten kreşe başladım. Hiçbir
zaman ailemle bir kopukluk yaşamadım, hiçbir eksikliğini hissettiğim keşke
dediğim dönemi hatırlamam. Erken yaşta kreşe gittiğim için hep çok sosyal,
iletişim kurmakta zorlanmayan, disiplinli bir çocuk oldum. Ve annemle her zaman
gurur duydum. Hayatım boyunca hep onun gibi, işinde başarılı, arkadaşları ile
sağlam ilişkiler kuran, evine verimli vakit ayıran, okuyan, sanatla ilgilenen,
bakımlı bir kadın olmayı hayal ettim. Bakımlı olmak haricinde diğerlerini
başardığımı düşünüyorum şimdilik J
Hamile kaldığımda veya doğumdan sonra hiçbir zaman çalışmaya devam etmesem mi
diye düşünmedim. Hep planımı programımı buna göre yapmaya çalıştım. Çünkü ben çalışarak
daha mutlu olacağımı ve evlatlarıma daha faydalı olacağımı biliyordum. Benim iç
sesim hep bunu söyledi bana ve bende toplum baskısını değil içimdeki sesi
dinledim. Çok sevdiğim işime ve çalışma hayatıma bebeklerim 7 aylık olduğunda
geri döndüm. İlk günler zor geçti evet ama zamanla kendimi çok daha iyi
hissetmeye, farklı şeyler düşünmeye ve katma değer yaratmaya başladım. En önemlisi
sıcak yemek yiyebiliyor, çay kahve içebiliyordum. :)
Günümüzde annelik savaşının en önemli raundlarından birisi
de bu durum. Çalışan annenin çalışmayana, çalışmayanın da çalışana yaptığı
eziyeti patronlar bile yapmıyor bence. Hayatım boyunca ikircikte kaldığım her
durumda kendimle konuştum ve vicdanımın bana söylediği şeyi yapmaya çalıştım. Zaten
en doğru cevabı bana hep ben verdim.
Kolay mı? Elbette ki değil. Gece birkaç saat uyumama rağmen
her sabah giyinip, makyaj yapıp işe gelmek, başarılı olmaya çalışmak, gün
içinde full performans sergilemek elbette çok zor. Aynı zamanda bebeklerin ve
evin ihtiyaçlarını takip etmek, evde biriyle yaşamak onu yönetmek, iş hayatının
stressi ile başa çıkmak çok zorlayıcı. Evimin alışverişini, yemeğini yapmaya
devam ediyorum, sosyal hayatımı aksatıyorum, eşimle arkadaşlarımla da vakit
geçirmeyi ihmal etmiyorum aynı zamanda… Çok yoruluyorum bazen bunalıyorum ama
çok da mutlu oluyorum. Günümün bir dakikasını bile boşa harcamıyorum bu sayede.
Bu da benim için çok kıymetli. Her insanın içinde çok yüksek bir potansiyel
olduğunu düşünüyorum, annelik bu potansiyelin daha büyük kısmını kullanmamızı
sağlıyor ne mutlu ki.
Her şeye yetecek gücüm var çok şükür, sağlığım yerinde ve
her zaman içimdeki sesi dinliyorum…
O ses aksini söyleyene kadar da; çalışıyorum ve çalışmayı
çok seviyorum...
Ben kendi doğrumu biliyorum ama sadece kendiminkini. Bu işin
bir doğrusu yok; herkesin gerçekleri, istekleri ve koşulları birbirinden çok
farklı. Bu nedenle asla ve asla kimseyi yargılamamaya özen gösteriyorum. Ben kendimle
de, çalışmayıp bebeklerinin bakımını üstlenen tüm arkadaşlarımla da gurur
duyuyorum.
Haaa bir de… İç sesime tapıyorum :) bana hep en doğruyu bulduruyor…
sizde öyle yapın...
hem ne demiştik..
"annelik.. içinden geldiği gibi..."
(fotoğraf: lariendijital) |
25 Mart 2016 Cuma
tombibirthday
Benim için aktif hazırlıktan öncesi zihinsel
hazırlıktır çünkü. Elimizin altında bunca imkan varken neden riske girelim ki
değil mi?? :)
Bazı şeylerden çok emindim… mesela neyi
istemediğimden… asla pembe, mor, mint yeşili ve gri istemiyordum. Daha canlı,
aktif, heyecanlı bir parti olmalıydı. Kişi sayısını kısıtlamak istemiyordum.
Keyifsiz bir doğum süreci ve ilk 6 ay yaşamıştık. Pek çok dostumu, ailemi
istediğim gibi ağırlayamamış hatta tombilere hak ettikleri neşeli karşılamayı
yapamamıştık. Doğumun olduğu gün hepimiz sonsuz kaygılı ve hüzünlüydük aslında…
hastane sürecinden sonra da prematüre bakımında hijyen durumlarına maksimum
dikkat edilmesi gerektiği için uzun süre 5 kişiden kalabalık bir ortama
sokamadık bebeklerimizi. Sonra yaz tatili geldi, işe yeniden başladım derken
sanki biraz sönük geçti ilk yıl gibi geldi hep bana. Birde kahvaltı/brunch
saatine gelen bir organizasyon istemediğimi çok iyi biliyordum. Saat 10:00
bebeklerin çoğunlukla sabah şekerlemesi yaptığı saat bu süreçte onları uyanık
tutmak zor olacaktı. Bir de sabah saatinde hazırlanmak yetişmek hem benim için
hem de gelecek misafirlerimiz için eziyet haline gelebilirdi. Neyi
istemediğimden emin olduktan sonra ihtiyaçlarımı belirlemeye başladım…
Partinin en zor aşaması uygun bir mekan
bulmaktı. Yaklaşık 100 kişilik bir organizasyon yapacaktım. İlk olarak
otellerden başladım. Ankara da mutfağını sevdiğim, kaliteli bulduğum bütün
otelleri gezdim. Çay saati büfesi için seçeneklere ve fiyat aralıklarına baktım
pek çoğundan teklif aldım. ürün içeriği olarak tatmin edici seçenekler bulmuş
olsam bile ne yazık ki fiyat olarak bütçemizin çok üstündeydi gelen teklifler. Bütçesi daha yüksek veya kişi
sayısı daha az olan kişiler için yemek kalitesinden ve salon performansında en
iyi alternatifler; ATLI OTEL, LİMAK AMBASSADORE otellerdi. İkisinin de
aydınlık, havadar, camı dışarıya açılan salonları vardı. Otellerle bütçemiz
uyuşmayınca cafe ve restoranlara sıra geldi. Pek çok mekan gezdim hiçbirini
sevmedim veya savdim ama bu kalabalığı kaldıracak yetenekte değillerdi. Sonuç
olarak hem menü kalitesi, hem fiyatları hem de mekanın genişliği ve aydınlığı
açısından en çok içimize sinen; Beysukent yolu üzerindeki İSLİ FIRIN oldu. 1,5
yıldır evimizin altında bulunan şubesinden aldığımız her ürünün çok lezzetli
olması da karar verme sürecimi hızlandırdım. Mekanın içerisinde bulunan 6 tane
sevimli ağaç, dekorasyonun sadeliği, duvar değil cam ile kapalı olması ve
çoookk ferah oluşu beni fazlasıyla tatmin etti. (Bu arada tertemiz ve zevkli
döşenmiş bebek bakım odası da mevcut işletmede)
Gelelim organizasyona… “içimdeki ben hallederim
yaaa ne olacak” diyen kadın baskın çıktı ama size tavsiyem siz içinizdeki o
kadını susturun. Deli misiniz yaaa ??? Ben deliyim! Maalesef. Ama siz olmayın.
2 ay boyunca pinterestteki tüm parti fikirlerini inceledim. Doğum günü, baby
shower, diş buğdayı, 30 yaş doğum günü, 60 yaş doğum günü… ne varsa hepsine
baktım galiba. Sevdiğim beğendiğim tüm fikirlerin ekran görüntüsünü alıp
telefonumda bir dosya ile biriktirdim. Aynı zamanda pinterestte “DO IT YOURSELF
/ HAND CRAFT”… vs altındaki pek çok içeriğide takip ettim. onlardan da biraz
fikir almaya çalıştım.
Renk olarak maksimumda obje bulabileceğim ve
aynı zamanda heyecan ve canlılık katan KIRMIZI, MAVİ ve SARI tonlarını
belirledim. Açıkçası işimi en çok kolaylaştıran şey bu kararım oldu. Kendi
evimde ve dışarıda bu renklerde sayısız seçenekte obje, süsleme, sunum
malzemesi bulabildim.
Pek çok şeyi matbaada bastırıp evde kendimiz
yaptık. Tek tek hepsini anlatmaya başlıyorum...
1. Davetiye: anı olarak kalması için özel
tasarlanmış basılı bir davetiyemizin olmasını çok istemiştim. Sevgili arkadaşım
Berke ve M2N matbaacılık bu konuda ve diğer tüm basılı materyallerin
hazırlanması konusunda bana çok yardımcı oldular. (www.m2n.com.tr) Fikri
pinterestte gördüğüm bir görselden esinlenerek kendime göre revize ettim ve
ortaya şöyle bir şey çıktı. Çok da güzel oldu bence :)
2. Duvar panosu: mekanın tuğla duvarı olmadığı
için arkadan transparan görünmemesi ve yansımaması için büfenin arkasına kalın
bir malzemeden yapmamız gerekiyordu panoyu. hem önünde fotoğraf çekilecek bir
baz olacak hemde büfenin görsel bütünlüğüne destek olacaktı. Önce mukavva
yaptıralım dedik ama onu dik tutmak zor olacaktı ve pahalıya gelecekti. Sonra
poster bastıralım dedik. İstediğim boyutlarda bir poster inanılmaz fiyata
geldi. Sonunda köpük strafor alıp boyamaya karar verdik. Ankara Rüzgarlı
sokakta bulunan inşaat malzemesi satan dükkanlardan temin edilebilir. Kendi
rengi mint yeşili gibi ama üzerine astar çektikten sonra, birkaç kat
duvar boyası ile boyadığınız zaman istediğiniz rengi elde ediyorsunuz.
Biz kırmızı tercih ettik. Koçtaş'ta Marchall boya renk makinasında istediğimiz
renkleri hazırlatarak kullandık. 2 gün içerisinde tam olarak kuruyor ve kokusu
kalmıyor. 125X65 cm boyutunda yüksek dansiteli strafor - tanesi 4,5 TL (biz 6
adet kullandık)
Panonun üzerine banner şeklinde HAPPY BIRTHDAY
yazısı hazırlamıştık. İlk etapta ipe dizmeyi düşündüm ama sonrasında istediğim
efekti vermek zor olacağı için pano üzerine pinlemeye karar verdim. Kırmızı
uçlu toplu iğnelerde her bir bayrağı tektek monte ettik. Ardından bağlantı
noktalarından pek hoşlanmadım ve www.funbou.com 'dan aldığım kırmızı beyaz kareli kumaş düğmeleri de aralarına
iğneledim. Bu arada bu sitede harika 'kendin yap' malzemeleri bulabilirsiniz kesinlikle
tavsiye ederim. Fiyatlarıda çok uygun.
3. Bir Rakamları: Bunlarıda yine pinterestte görüp çok beğenmiştim. Orda mukavvadan yapmışlardı. Ama canım babam çok daha güzelini yaptı bize. Yine yukarıda bahsettiğim straforları kullanarak iki farklı 1 rakamı hazırladılar, dayım ile birlikte. Yine aynı şekilde astarlanıp boyandı.
4. Ağaç Süslemeleri: bahsettiğim gibi mekanın
içerisinde 4 tane sevimli ağaç vardı. bu ağaçlarıda dekorasyonun içerisinde
katmak istiyordum. Genel konseptte herhangi bir figür kullanmak istemedim.
Çocukların kendi resimlerini değerlendirmek istedim. bu noktada karşıma
pinterestte çok sevimli fikirler çıktı. Eliz ve Erde'nin doğumdan itibaren
çekilmiş 60 farklı ifadeli yüz resmini siyah beyaz hale çevirdik. Ve kafalarına
kırmızı mavi sarı renklerde çizgili puantiyeli doğumgünü şapkaları geçirdik.
Uçlarınada krapon kağıdı ile pompomlar yaptık. Fikri aldığım pinterest
kullanıcısının ismini yazmamışım bir kenara, yoksa alıntı
yaparak paylaşmak isterdim. Kendisinden gıyaben özür dileyeyim... :)
Ayrıca ağaçlar için daha da bütün bir görüntü
olması için yine funbou.com'dan daire şeklinde delikli kağıtlar sipariş ettim.
(http://www.funbou.com/etiket-yuvarlak-2101)Bu kağıtlara Ankara Çayyolu sosyete pazarından aldığım çizgili
ipler ile askılar yaptık. İpleri funbou da bulabilmeniz mümkün. (http://www.funbou.com/ambalaj-malzemeleri?page=3) bu şekilde yaklaşık 100 adet ağaç süsü hazırladık.
5. Büfe Süslemeleri: önce yiyecekleri anlatayım.
Haftasonu çay saati olarak planlamıştım bu nedenle hem doyurucu olacak ama
biryandan da çok yemek aktivitesi gibi görünmeyecek seçenekler seçtim. Herkesi
sandalyede oturtma ihtimalimiz yoktu bu nedenle gençlerin ayakta olayca
yiyebileceği şeyler hazırlandı. Börekler, mini pizza, 4 çeşit salata, dolma,
mini muffin, kurabiye ve doğumgünü pastası şeklindeydi menümüz. Tabiiki ben
mekanın tabaklarına bile müdehale ettim. Çok dümdüz görünmemesi için farklı
yüksekliklerde cam ürünler getirdim evden ve servisi bu şekilde
gerçekleştirdiler.
Yiyeceklerin aralarına yine süslemeyi
tamamlayıcı objeler ekledim. Börek, dolma ve keklerin alınmasını
kolaylaştırmak için kürdanlar hazırladım. Bu kürdanlardan mini muffinlerin
üzerine taktıklarımız yine Eliz ve Erdenin şapkalı kafaları idi:) onun dışında
Metro Grossmarketten aldığım ahşap kürdanları ve renkli bantlarla evde yaptığım
kürdanları kullandım. Konsepte uygun renklerde kağıt pipetleri, peçeteleri,
ağaçların arasına gerdiğim puantiyeli bannerları; Çayyolu Sosyete Pazarı
içerisindeki parti malzemeleri standından aldım. Burada çok çeşitli pasta ve
parti malzemeleri bulmanız mümkün. Göz atmanızı tavsiye ederim. Ayrıca büfenin
üzerindeki kareli masaörtüsünü daha önce akıl edememişim. son gün farkettim bu
eksiği ve IKEA'dan kumaş alarak son anda yetiştirdim. Hatta kenarlarını
bastıracak vakit olmadığı için direk kullandım. Zamanım olsa daha ucuz bir
alternatif kesin bulurdum. Bu kumaş pahalıya geldi maalesef. (http://www.ikea.com.tr/urun-katalogu/ev-tekstili/kumaslar/50165362/berta-ruta-metrelik-kumas.aspx)
6. Kıyafetler: Aslıda Ebru Danyal'dan bir takım diktirmeyi çok isterdim onlara
ama fiyatları çok yüksek geldiği için bu alternatifi elemek zorunda kaldım.
Zara'dan Eliz için gömlek ve jile, Erde içinde pantolon, gömlek ve hırka aldım.
Birbirleri ile aynı değil ama uyumlu olmalarını istedim. Erde Bey'in cool
şıklığını pantolon askısı ve papyon ile tamamladık. Kendimiz içinde
fotoğraflarda bebeklerin önüne geçmeyecek, tarzımıza uygun kıyafetler tercih ettik.
Parti konseptimize uygun olarak bebekler için kukileta şapkalar hazırlattım (www.evimatolyem.com'dan ) Ama bizimkiler kafalarında birşey olmasından pek
hoşlanmadıkları için maalesef takamadık onlara, anne baba olarak biz takarak
eğlendik.
7. Balonlar: Konsept renklerine uygun metalik balonları Gordionda alt kattaki baloncudan aldım. Götürene kadar yarısını patlattım :( ama bence doğumgününün en önemli ayrıntısıdır balon olmazsa olmaz yani. büfenin yanına ve mekan girişine koydum. bu balonlar heryerde aynı fiyat o yüzden size en yakın yerden almanızı tavsiye ederim.
8.Hediye Masası: Tüm dostlarımız getirdikleri hediyelerle bizi sevindirdiler. Ama çok kalabalık olduğu için hediyeleri orada açamadık. Bir masa üzerinde hepsini topladık ve üzerlerine etiketlerle isim yazdık. Evimize gittiğimizde keyifle hepsini açtık. Açıkçası orada açıp direk teşekkür edebilmeyi çok isterdim ama vakit kısıtımız olduğu için bu vakti herkes ile daha uzun süre ilgilenerek geçirmeyi tercih ettim.
9. Pasta: çok fazla obje barındırmayan sade bir
pasta olmasını tercih ettim. Çünkü mekan pastane olduğu için dışarıdan bir
butik heykeltraş pastacı ile çalışmamız mümkün değildi. Bu nedenle riske
girmedim ve yapılabilecek en basit modeli tercih ettim. Ama yinede süslemesini
çok beğendim mi derseniz hayır ama tadı gayet güzeldi.
10. Fotoğraf: Sevgili arkadaşım Yeşim (www.jadefotograf.com) bizi bu günde de yanlız bırakmadı sıcak ve samimi
fotoğraflarımızı çekti. Profesyonel fotoğrafın kesinlikle olması gerektiğini
düşünüyorum. Albüm yaptırıp yaptırmamak sizin kararınız mesela biz istemedik
ama güzel çekilmiş nitelikli fotoğraflarımızın olması bizi çok mutlu etti. Çok
sevgili iki arkadaşım daha var fotoğraflar için önerebileceğim. Instgram'da
Yelijoe ve LarienDijital hesaplarına göz atmanızı tavsiye ederim.
11. Diğer: Organizasyonu kendiniz
yapacaksanız mutlaka mekana erkenden gidip hazırlıkları yapmalı ve her çeşit
bant, makas, zımba, iğne, raptiye, yapıştırıcıyı yanınızda bulundurmanızı
tavsiye ederim. Çok sevdiğim dostlarımın inanılmaz keyifli işler çıkarttıkları
şirketleri var onları da gönül rahatlığı ile tavsiye ederim. Yine, Instagramda
HAPPY WORKSHOP ve ŞANS PARTİ ATÖLYESİ hesaplarına bakabilir oradaki kontak
bilgilerinden kendilerine ulaşabilirsiniz.
Gelelim sadede;
Bir yaş doğum günü bebekler için oldukça
zorlayıcı oluyor. Bir sürü insan, kucaktan kucağa zıplamalar, uykusuz geçen 5
saat ve sonsuz öpücük bide milyonlarca fotoğraf. Kendileri pek birşey
anlamıyorlarda... Biz anne babalar bu organizasyonu kendimiz için yapıyoruz
aslında biliyorum... ama napayım yani aylarca karnımda taşıdım bir yıl emek
zahmet uykusuz baktım dimi? azıcık eğlenmek, sevdiklerimle vakit geçirmek
benimde hakkım değil mi? :) Yani çok yoruldum ama bi daha olsa bi daha
yaparım... bir yaş çok özel bir yaş bence. Mutlu gülen fotoğraflarla anılar
bırakmak.
Benim içinse o gün hem anneliğimin birinci yılı, hem canım sevgilim Barış'ın 33. yaş günü hem de evlatlarımın ilk yaş günüydü. Öyle heyecanlıydım ki duygusallaşamadım bile.
Anılarımda sonsuza dek keyifle saklayacağım, her anında mutlu olduğum, ne kadar sevdiğimi ve ne kadar sevildiğimi yeniden gördüğüm bir gün oldu.
İyiki ailem iyiki dostlarım var... Hayat hep birlikteyken çok güzel :)
ayrıca...
İyiki doğdu Tombiler !!
14 Mart 2016 Pazartesi
en iyi...
En iyi ihtimalle orada bir köşede öleceğim.
En iyi ihtimalle cesedim tek parça olacak.
En iyi ihtimalle henüz tecavüze uğramamış olacağım
öldüğümde.
En iyi ihtimalle hemen haberdar olacak yakınlarım, saatlerce
beni aramak zorunda kalmayacaklar hastanelerde…
En iyi ihtimalle adım bir adli tıp dokümanında yazmayacak…
Ülkemin başkentinde, hak ettiğim gibi yaşayamamaya alışalı
uzun süre oluyor ne acı… ama hak ettiğim gibi ölür müyüm artık orası da bir
muamma…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)