30 Aralık 2015 Çarşamba

ben süper degilim!

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Sadece her şeyi layıkıyla yapmaya çalışan biriyim. Mesela bir mektup mu yazıyorum? Kağıdım tertemiz olsun, yazım tek bir hat halinde dümdüz olsun, cümlelerim anlamlı, paragraflarım sıralı olsun isterim. İmzamı atmaya gerek olmadan, mektubunu okuyan onu benim yazdığımı anlasın isterim. Gerekli olduğu için değil, içimde geldiği için yaptığım her şeye yüksek özen gösterip, kendimce en doğru sonuca ulaşmaya çalışırım.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Kimseye işini öğretmek veya benim yaptıklarımın aynısını yapar, izimden gelirsen çok başarılı olursun demek gibi bir iddiam, örnek olmak gibi bir gayem yok. Ama sorarsanız cevap veririm, paylaşırım, bildiğimi kendime saklamam. Yine de asla ben en iyisini biliyorum demem. Diyemem. Çünkü “en iyi” nedir bende bilemem.
Ben içimin sesine, ruhumun kulağıma üflediklerine güveniyorum. Bir de beklide en önemlisi. Okuyorum! Sınırsız ve sabırsızca dünyada ki tüm bilgilere duyduğum sonsuz açlıkla okuyorum.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Kendimi ifade etmeyi, açıklamayı seviyorum. Bilgi bulutundan yağmurlar yağdırmayı, bildiğimi paylaşmayı seviyorum. Belki de herkesin içinden geçenleri anlatıyorum, ama herkes anlatamıyor işte… Ben anlatıyorum. Yan yana getirdiğim kelimelerden cümleler akıyor ama aslında onlar benim zihin havuzumdan klavyenin tuşlarına veya bembeyaz bir yaprak kâğıda dökülüyor. Sen okuyorsun diye değil ben söyleyebiliyorum diye gülüyor yüzüm. Sen hak veriyorsun doğru buluyorsun diye değil ben açıklayabildim diye seviniyorum. Sürekli takdir edilmek gibi bir kaygım yok ama beni okuyunca birinin zihnindeki minik ışık yanıyorsa, kalbinden bir tel ufakça gerilip içini sızlatıyorsa, vicdanına ben ne düşünüyorum ki bu konuda diye soruyorsa… İşte ben o zaman; ben oluyorum. Belki senden duymuyorum bunları okumuyorum ama hissediyorum. Birilerini bir yerler de etkiledi bu cümlem, işte onun kalbine veya sinirine dokundum diyorum… Kahkaha atıyorum sonra… Başardım diyorum. Kendi misyonumu yerine getirdim. Onaylasa da onaylamasa da onun kalbine dokundum diyorum…

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Özellikle annelik konusunda kimseye ahkam kesebilecek kadar bilgi sahibi değilim. Doğaçlama davranıyorum içimdeki küçük bebeğe soruyorum. Sen olsan ne yapardın diyorum. İşte o bana cevap verdiğinde, davranışa geçiyorum ben. 10 aydır bildiğim tecrübe ettiğim bir konuda en iyi olmayı beklemiyorum ama zaten herhangi bir kişinin de bu konuda en iyisi olduğuna inanmıyorum. Her olay kendi içinde anlamlı, kendi şartlarında mümkün, kendi içinde kıymetli… İşte bu yüzden ben kimseyi yargılamıyorum. Bir şey gördüğümde veya okuduğumda, olayın öznesi burada doğru davrandı veya davranmadı demiyorum. Öznesi ben olana kadar yorumlamıyorum bu durumu zihnimde. Ben olsaydım ne yapardım diye düşünüyorum elbet, ama kendi şartlarımda karar veriyorum sonunda. Yargılamıyorum, etiketlemiyorum… Çünkü ben “süper” değilim. Çünkü o da “süper” değil…
Sen benim yaptığımı yanlış bulduğunda onu içinde tutamayıp uluorta paylaştığında, sorguladığında, ben bunu önemsiyorum. Ama davranışa dönüştürmüyorum çünkü olayın öznesi benim. Benim şartlarımda gerçekleşiyor ki sen bunu bilmiyor sadece dışarıdan gözlemliyorsun. Sonunda ben üzülüyorum ama yanlış yaptım diye değil sen neden böyle söylemek gereği duydun diye üzülüyorum. Yani kendim için değil senin için üzülüyorum.
Yargılama, eleştirme, bana karışma demeyeceğim hiçbir zaman. Ama şunu bil istiyorum. Ben yine o olay olsa, yine içimden geçeni, ruhumun kulağıma üflediğini yapacağım. Beni tanımayan senin, dikte ettiğini değil.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Ben “en iyisi” değilim! Ben benim… Anlattığım gibiyim. En eğitici oyuncağı, en sağlıklı ilacı, en besleyici yemeği, en doğru düzeni, en sağlıklı uykuyu, en ergonomik kanguruyu, en güvenli otomobil koltuğunu bebeğime sağladığımı iddia etmiyorum. Ben kendimce doğru olanı yapıyorum. Ve bunu yaparken seni yargılamıyorum.

İtiraf ediyorum…

Ben “süper” değilim! Bi düşünsene belki sende değilsindir. Ama süper olmasak bile bir süper gücümüz var aslında. Birbirimizi anlayabiliriz. Dümdüz konuşmak yerine empati kurup birbirimizin yerine kendimizi koyabiliriz.

Annelik savaşını bitirebiliriz.

Evet yapabiliriz!

Hadi itiraf edin…




not: vakit bulursan izlemeni tavsiye ederim...

https://www.youtube.com/watch?v=2K18y1W2Lek




4 Aralık 2015 Cuma

yirmi dokuzumu otuzuma baglayan seneydi...

Yirmi dokuzumu otuzum bağlayan seneydi ve sakin başlamıştı…

Kar yoktu ama kış soğuğu bastırmıştı. Ankara ayazı dediklerinden olsa gerek gri bir bulutta yaşıyor gibiydik. Önceki ayın başında keyifsiz şeyler yaşadık diye yılbaşı ağacımızı kuramamıştık bu yıl. Zaten 97 cm olmuş koca göbeğimle hayat yeterince zorluyordu. Kendine iş çıkarma toplayabilir misin bu bir muamma dedim kendime.

Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve evcilik oynuyordum…

Çalışmıyordum ama işim vardı neyse ki… İşe gitmesen bile maaşımın yatıyor olması farklı bir tecrübeydi. Ama hak ve etik kavramı gereksizce fazla gelişmiş bir kadın için oturarak para kazanıyor olmak gebeyken bile büyük çileydi… Evde bile yıpratıyordum kendimi. Kimileri için gereksiz olsa da, ardımda doğru izi bırakasım vardı her zamanki gibi.

Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve iyi ki dostlarım vardı…

Henüz hayal etmediğim hayallerimi keşfedecek kadar iyi tanıyorlardı beni. Yalvararak istediğim kar yağışı tam saatinde bastırmıştı. Bebeklerimizi karşılamak için toplandık, bereket narımı yerdeki bir karış kar üzerinde fırlatıp patlattım. Beyaz zemini kırmızıya boyadık birden bire. Daha doğmadan bir izi vardı bebeklerimin. İyi niyetlerimizi,  dileklerimizi, rüyalarımızı bir ormana bağışladık birlikte. Kocaman bir hediye ağacına çevirdi teyzeler dünyamızı.

Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve şoka girmiştim…

Her şeyi planlamanın imkansız olduğunu öğrenmek zorundaydım artık. Birkaç dakika içerisinde dünyam cehenneme dönmüştü ve hiçbir etki gösteremeyeceğim kadar elim kolum bağlıydı. Apar topar doğuma girdim, öncesi mi sonrası mı daha zordu bir türlü karar veremiyordum. Karnımdan alıp bir kavanoza koydular evlatlarımı. Camlar ardından izlettiler bana, günde birkaç dakika dokunabildim. Koklamaktan korktum, her an içime ağladım. Bir poşete bırakıp dolaba koydum ilk besinlerini. Mememden önce kablolar girdi ağızlarına.  Günlerce gözlerini açıp bana baksınlar diye dua ettim. Yanlarına yaklaşınca kalp atışları hızlanıyor, sanırım beni tanıyorlar diye sevindim.

Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve artık anneydim…

İki kişilik evimizde altı yedi kişi yaşıyor ama yinede yetişemiyorduk iki bebeğin bakımına. Beş kişi banyo yaptırıyor ama sonucundan memnun kalmıyorduk. Olmadı yine yapamadık diyorduk. Günlerce süren hastane kontrollerinin ardından kimi zaman seviniyor, kimi zaman gelecekten korkuyorduk. Masraflar artıyor, gelirler bir türlü artmıyordu. Anne baba olmanın sorumluluğu bizi yıpratıyor, yaşanan onca acıyı içimize attığımız günlerin gözyaşlarını yeni yeni dışarı akıtıyorduk. Uykusuzluk, yorgunluk, hayatımızdaki yenilikler derken paylaşmanın gücünü yeniden keşfettik. Birlikte güçlüydük… Elini sıkıca tutup, kalbimle gözünün bebeğine baktığımda dünyam aydınlanıyordu yeniden. Her şeyi başarırdık emindik.


Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve uzun bir tatile çıktım…

Adı tatil olsa da hayatımın en yorucu aylarını yaşadım. İki küçük bebek, bir koca köpek, iki deneyimli bir deneyimsiz anne, kırk derece sıcakta, natamam bir evde yaşamaya çalıştık. Hava sıcak, su soğuktu. Pırıl pırıl bir güneş vardı ve denize girince yalnız kalabiliyordum sadece. Kasaba hayatının sakinliğini, komşuculuğun keyfini, medeniyete mesafeli oluşun zorluğunu öğrendiğim günlerdi ama güneş büyütürdü bebekleri. Anneliğe ısınmak, yeniden kendine gelmek, güneş ve su ile buluşmak için harika zamanlardı. Biraz akıllı biraz deliydim. Sinirlenince ağzımdan çıkan laflara kendim şaşırıyor, içimden şeytan çıktı zannediyordum. Loğusalığı hafife aldığıma kızdım.

Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve yaşadığım coğrafya kapkaranlıktı.

Bir oy verdim verdiğim oyun peşine düşmek zorunda kaldım. Benim gibi düşünen milyonları da benim gibi düşünmeyen milyonları da tanıdım ama hepsini çok sevdim. Biraz umutlandım. Ama sonra sonsuz bir umutsuzluğa geri döndüm yine. Ömrümün kendimi bildiğim on beş senesini kuşku ve gelecek korkusuyla geçirmiştim önümde en az dört yıl daha vardı şimdi. Din uğruna topluca insan öldürmeyi sevap sanan insanları izledim kabus görür gibi ve onlara silah taşıyan kanlı devlet elinin deşifre oluşunu, sonraysa suçlunun değil yazanın yargılandığı günleri yaşayacaktım birkaç ay içerisinde. İki evladım vardı onların ve kendi vücut bütünlüğümün devamlılığından kuşkuluydum ama atamı ziyaret etmekten korkmadım.

Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve sanki ilk kez işe gidiyordum.

Dokuz ay çalışmadım diye beynim durdu zannediyordum. Uzun zaman kullanılmayan organlar körelir savı gerçekmiş öğrendim. Zaten çarpma yapmayı bilmeyen beynim toplamayı da unutmuş, hızlı düşünemez, çabuk karar veremez olmuştu. İş hayatının bürokratik durumlarına sanki ilk kez yaşıyormuşcasına şaşırıyor, kendimi ve insanları bunaltmaya devam ediyordum. Biran önce enerjimi yönlendirecek bir şey bulamazsam çıldıracak gibiydim ve en iyi bildiğim, en çok keyif aldığım şeyi yapmaya “yazmaya” yeniden başladım. Doldurduğum defterlerin yerini alamayacak olmasına rağmen daha çok okunabilecek bir platforma içimi dökmek bana çok iyi gelmişti. Kendime benzeyen, benimle birlikte düşünen insanlarla tanışmak, fikirlerimi paylaşmak güzeldi. 
Biz, benden daha büyüktü. İnsanların hayatına dokunmayı seviyordum…

Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve çok yorgundum.

Gündüz ayrı gece ayrı yoruluyor, uyumuyordum. Amerikan filmlerinde birbirini parçalayan zombiler kadar beyazdı yüzüm ama iki bebeğimin toplam 6 dişi çıkmıştı neyse ki. Gündüz dünyayı gece evimi kurtarıyor ama on ay öncesinde yaşadıklarımı hatırlayıp bu da geçer diyordum. Bu da geçer…


Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve henüz bitmemişti.

Geçen yıldan içimde kalan ağacımı süsleyecek enerjiye sahibim şimdi. 
Tüm zorluklara katlanacak gücüm var. 
Günlerce uyumayacak kadar enerjiğim. 
İstediğim işi aldım, başaracağıma kuşkum yok. 
Çok dostum var, çok kardeşim var, muhteşem bir ailem var. 
İki sağlıklı evladım, dört pırıl pırıl bakan gözleri var. 
Ne kadar ömrüm var bilmiyorum ama bu senenin yaşanacak daha yirmi beş günü var…


Yirmi dokuzumu otuzuma bağlayan seneydi ve hala yaşıyordum…

Asla unutamayacağım kadar yenilemeye, öğretmeye, eğitmeye devam ediyordu beni…



25 Kasım 2015 Çarşamba

ye bebegim ye ye yeee....


Bir bebeğin büyümesi demek gündelik yaşama alışması, dünyaya ve hayatın ağır şartlarına uyum sağlaması demek oluyor galiba. Bu süreçte tüm sistemleri, vücudu, aklı, boyu ve tipi hayatta kalabilecek şekillere giriyor.Doğumdan sonraki ikinci altı aylık dönem yepyeni bir süreç. Hayatta olduğunu farkeden bir bireye, hayatta kalmasını sağlayan "beslenme" alışkanlıklarını kazandırmaya çalışıyoruz... 

----

Tombiler hastane oldukları süre boyunca ve eve çıktıktan sonra tam 3 aylık olana kadar sadece anne sütü ile beslendiler. Ama sonra zamanla ben aşırı kilo vermeye başladım. Hem prematüre bebek bakımının zorluğu hem de gün içerisinde sürekli koşturup uykusuz kalma süreci beni çok yormuştu. Hamile kaldığım kilonun oldukça altına inmiştim.  Eliz ve Erde’ nin kilo alım hızı da azıcık düşmeye başlayınca formül mama vermeye yönlendirildim.
İlk günler içim acıdı. Kimyasal bir ürünü su ile karıştırıp çocuğuma yediriyor olma fikrine oldukça zor alıştım. Ama sadece süt için diretseydim beklide bugün süt veremeyecektim. Öğünlerde dönüşümlü olarak anne sütü- formül mama verdik. Gece uykudan önceki son beslenmeyi mama ile yapıyorduk ki uyku biraz daha uzun süreli olsun böylece bende uyuyabiliyor ve sabaha bol miktarda süt üretebiliyordum. Tam 5 ayı bu şekilde dönüşümlü olarak geçirdik ve 7. Ayın başı itibariyle düzenli olarak ek gıdaya başladık. (6. Ay boyunca da vermiştim ama düzenli değildi ve çocuklarda çok istekli olmadıkları için verimli bir sonuç olmadı diyebiliriz.)

İlk 15 gün boyunca bizim yemek saatlerimizde onları da sofrada kucağımıza oturtup yedirdik. Öğlen yoğurt, akşam meyve püresi. İkinci 15 günde buna sabah kahvaltısı eklendi. 1 yumurtanın sarısı, tuzu alınmış beyaz peynir, küçük küçük topaklanmış ekmekler ve sonunda bir tatlı kaşığı pekmez. İlk 1 aylık süreyi böyle tamamladık. 8. Ayın başı itibariyle karışık beslenme dönemine geçiş yaptık. Kendi yediğimiz yemeklerin tamamını tuzsuz olarak pişiriyorum bizle birlikte sofraya gelip mama sandalyelerine oturup yiyorlar. Her zaman çok kolay olmuyor tabii ki özellikle Eliz çok sıkılgan bir çocuk sevdiği formda ve tatta değilse yemek istemiyor. Kolay yenen hızlıca biten yemekleri seviyor. Püre kıvamlı, az taneli kolay yutulan şeyler istiyor hep. Erde çok seçici değil genelde sıkıntısız yiyor.

  


Beslenme döneminde uyguladığım ve fayda gördüğüm birkaç ipucu verebilirim.

·         Özellikle ilk zamanlar sofraya tüm aile birlikte oturarak bebeğin izleyerek öğrenmesini sağlamak.
·         Öğün saatlerini sabit tutmak. Sabah uyandıktan 1 saat sonra kahvaltı ile başlamak. Uyanınca mama – meme vermemek.
Öğünlerimiz ve içerikleri şöyle;
o   8:00 kahvaltı (yumurta-peynir-tereyağı-ekmek-pekmez/ omlet-menemen-krep-pancake olabilir)
o   12:00 öğlen yemeği (kıymalı sebze yemeği hafif ezerek) + yoğurt (1 çay bardağı)
o   16:00 çorba (et / tavuk sulu her çeşit çorba, pek çok alternatif yapıyoruz) + meyve
o   19:30 akşam yemeği (et balık tavuk ağırlıklı doyurucu seçenekler, hafif ezerek)
o   22:30’a kadar her istediğinde anne sütü. Sabah kahvaltıya kadar uyansa bile asla gece beslemesi yok. Su dahil. Bu şekilde uyanma sıklığı azalıyor. Uyandığında sakinleştirip tekrar uyutuyoruz. 2-3 gün içerisinde uyandığında besleme beklememeye başlıyor. Hızlıca uyum sağlıyorlar.



·         Her öğünden sonra vakit kaybetmeden (evdeysem eğer) ödül niyetine anne sütü. Eğer yemeği reddettiyse anne sütü de yok. Buradaki amaç çocuğun bunu yemezsem başka şey verecekler algısının oluşmasını ve yemek seçmesini engellemek.
·         Tüm bu öğünlerin arasında sadece su veriyoruz. Asla yemek vermiyoruz. Bir sonraki öğüne kadar tamamen acıkmış oluyor. Eğer o öğünde yemeyi reddederse bir sonraki öğüne kadar su hariç bir şey vermiyoruz. Bir sonraki öğünde ne olursa olsun kaşığı havada kapıyor :):) 
·         16:00 beslenmesinde çok fazla yedirmemek gerekiyor bir kepçe çorba ekmeksiz olarak yedirmek ve üzerine bir porsiyon aşırı doyurucu olmayan meyve vermek daha iyi oluyor. 20:00 beslenmesine kadar acıkıyor. Akşam yemeğini kuvvetli yemesi önemli. Bu şekilde gece acıkmıyor. Eğer ki akşam yemeğinde çok doyurucu olmayan bir yemek varsa yemekten sonra doyurucu bir meyveye (muz, kuru kayısı, hurma) yulaf ekleyip yediriyorum ki tokluğu uzun sürsün.
·         8. Ayın başı itibariyle formül mamayı tamamen kestik. Ek gıda ile doymayı öğrendiler. Anne sütünü ödül olarak her beslenmenin ardından veriyorum, sütüm azalmadı, çocuklar memeden uzaklaşmadı aksine daha keyifli emmeye başladılar. Tadını çıkartıyorlar. Formül mamayı bırakmak hem maddi hem manevi olarak bizi rahatlattı. 2 günde 1 büyük kutu mama kullanıyorduk. Anne sütü candır. Lütfen emzirmekte ısrarcı olun !!!

·         İlk başlangıç dönemlerinde özellikle kabızlık sıkıntı çektik. Bunun içinde birkaç farklı şey denedim ve sıkıntıyı çözmeyi başardık. Yöntemlerim şöyle,
o   Sabah kahvaltıdan önce bir kaşık zeytinyağı içirmek
o   Akşam uyutmadan önce, toplam 1 avuç olacak şekilde, kuru erik üzüm ve kayısıyı üzerini geçecek kadar suda haşlayıp iyice yumuşayınca rondodan geçirip, içerisine 1 çorba kaşığı yulaf unu (daha önce rondodan geçip inceltilmiş yulaf) ve bir tatlı kaşığı çekilmiş ceviz (besleyici olsun diye) ekliyorum. Tatlı olduğu için kolayca yiyorlar. Hem doyucu hemde bağırsak sistemine destek olan bir seçenek oluyor.
o   Semizotu çorbası / semizotu yemeği

·         Kış döneminin soğukları başladığından beri sarımsak kullanımını arttırdım. Doğal antibiyotik olan sarımsağı her şeye ekliyorum neredeyse. Özellikle sebze çorbalarına etli yemeklere iyi gidiyor. Eliz son bir aydır yumurta yemek istemiyordu. Son birkaç gündür ona sabah kahvaltısında şöyle bir omlet yapıyorum.
o   1 kaşık otlu tereyağı (önceden hazırlıyorum sürekli kullandığım için; 4 kaşık oda ısısında tereyeğı 2 kaşık zeytin yağı, 2 diş dövülmüş sarımsak, 1’er avuç incecik kıyılmış taze kekik, taze biberiye, dereotu buzdolabında uzun süre dayanıyor bozulmuyor) 1 yumurta, 1 çorba kaşığı rendelenmiş kaşar peyniri veya lor peyniri. Bu tarifte sarımsak ve taze otlar yumurta kokusunu bastırdığı için itiraz etmeden yiyor. Hem de hastalıklardan doğal yollar ile korunmuş oluyor.
·         Haftada 3 sefer balık yediriyoruz. Özellikle bol yağlı olduğu için somon tercih ediyorum. Somon’u ilk gün fırında veya düdüklüde pişiriyorum. Sonra kalanını didikleyip yumruk büyüklüğünde buzluğa atıyorum. İlerleyen günlerde, sebze çorbasına katarak veya haşlanmış havuç patates brokoli ile tereyağında kavurarak yediriyorum. Beyin gelişimi için faydasını anlatmama gerek yok sanırım. 
·         Blw ile beslenmiyorlar, çalıştığım için bu konuda kimseye güvenemiyorum. Kaşıkla besleniyorlar evde olduğum zamanlarda ellerine kemirebilecekleri şeyler veriyorum. Eliz zaman zaman kendisi yemek istiyor o zaman izin veriyorum. Erde çoğunlukla eline aldığı yemekleri sıkarak parmak aralarından fışkırtmayı seviyor sonrada yere fırlatıyor. JJ
·         Tarifler için;
o   gurmeannem.com, gurmebebek.com gibi internet sitelerinden;
o   instagramda; ervaninannesi, eymeninmenüsü hesaplarından
o   facebookta blwtürkiye, gurmeannem gruplarından faydalanıyorum. Ama çoğunlukla bizim rutin olarak tükettiğimiz klasik yurdum ev yemeklerini yapıyorum. Bebekler için ayrıca yemek pişirmiyorum. Ektra alışveriş yapmıyorum. Bizim sofra düzenimize, yemek alışkanlığımıza uyum sağlamalarını istiyorum.


 Ek gıdaya geçiş sürecinde çok heyecanlanıp stress olmuştum birsürü tarif okuyup çeşit çeşit denemeler yapmıştım. Emek zahmet uğraştığım şeyleri sonra yemediklerin de hayal kırıklığı ile dolmuştum. 
Ama sonra kendimi ikna ettim. Issız bir adada doğursaydım ne yapardım diye düşünüp ben ne yersem onu yemeliler felsefesini benimsemeye karar verdim. Yemek istemekleri zamanlarda bende sizler gibi çok üzülüyorum, perişan oluyorum, bazen tıkıştırıp bazen onlarla birlikte ağlıyorum. Yapmamam lazım evet ama işte olmuyor.  Arada hiçbirşey vermediğinde sonraki öğünde ne verirsen ver çok güzel yiyorlar buna defalarca şahit oldum. 

Bu nedenle hem size tavsiyem hem kendime not olarak yazıyorum... Tıkıştırmak, ısrar etmek ve alternatif yemek denemek yok. yemeyince masadan kaldırıyoruz bir sonraki öğüne kadar bekliyoruz. 
Söz!





10 Kasım 2015 Salı

erde'm / eliz'im...

23 haftalık hamileyken ... geçen yıl bu zamanlar şunları yazmışım günlüğüme....


Erde'm... sol yanım...
Güçlü, kuvvetli, hayata sıkıca tutunan bebeğim... hepimize sahip çıkan, çok inançlı ve kendine güvenen bir erkek olacağını hissediyorum. Hep attığın tekmelerden öyle belli ki bunlar, hiç şüphem kalmıyor...
Belki sporcu olacaksın belki inatçı bir avukat. hayatındaki herşeyi sanki tümünü sen varetmişsin gibi sımsıkı sahipleneceksin... Yuvana sımsıkı tutunduğun gibi kız kardeşine bana ve eşine hep saygı ve sevgi dolu bakacaksın...

Eliz'im... sağ yanım...
Minik, narin bedenin çok yetenekli ve incelikli bir genç kadın olacağını hissettiriyor bana. Belki bir keman virtiözü, belki bir balerin, belki narin elleri olan bir cerrah olacaksın... Ama bu ince bedenin altında kendi varlığını bilen ve güvenen, farkındalığı yüksek bir genç kadın olacak. Hep birilerinin hayatına dokunacak onların yaralarını saracaksın...

27 Ekim 2015 Salı

annelik... içinden nasıl gelirse o...

Her şeyin bir okulu var bir dersi bir eğitimi var. Ama annelik öyle değil…

İkiz zor olmuyor mu? diye soran teyzeye verecek cevap bulmakta daha çok zorlanıyorum bebeklerimi büyütürken yaşadıklarıma kıyasla. Annelik eğer içindeki sesi dinlemeyi başarabilirsen bir roller-coaster sanki. Her anı heyecanlı bazen korkutucu, ama yol belli. Önünden gidenler olduğu gibi arkandan gelenlerde var. Bu seyir esnasında yaşadıkların ise ne ilk senin başına geliyor ne de son kez sen görüyorsun. Birikimli bir bilinç sanki bu. Yüzyıllardır gebe kalan, doğum yapan ve doğurduğunu büyüten tüm memeli ırkının yaşadıkları aslında senin zihninin içinde bir yerlerde saklı. Ve gerçekten odaklanmayı başarabilirsen içine en doğrusunu buluyorsun eninde sonunda.

Söylemesi kolay; ama yaşaması zor elbette. Öyle çok dış etken var ki kendine, içindeki sese odaklanmana engel olan düşünemiyorsun bazen biliyorum. Ve her kafadan bir ses çıkıyor bunu da biliyorum.
Bebek ağlıyor, misafir geliyor, annen yediriyor, kayınvaliden içiriyor, komşu soruyor, yoldaki teyze bunaltıyor sonra bebek yine ağlıyor…
biliyorum…

Hepsi bir döngü halinde sürekli tekrarlanıyor.

Ama aslında sen de diğer tüm memeli dişiler gibi önce doğurmak ve doğurduğunu büyütmek için geldin bu hayata. Kapitalist düzen seni ne kadar egonla yenmeye çalışsa da varoluş amacın bu. Tüm organların ve zihnin her ay yaşadığın döngü vücudunun her hareketi buna göre programlanmış durumda. Öncelik olarak al veya alma, zihninle ne kadar savaşırsan savaş gün gelecek bulacak o bir gün seni. Çünkü doğala karşı gelmek ölesiye zor. Geldiği gibi yaşamayı ne kadar beceremiyorsak, içimizden geleni inkara da o kadar meyilliyiz işte…
Yani aslında içinden geleni yapıp, tavsiyeleri sorgulayarak uygularsan mutlaka en doğruyu bulursun… ama özellikle ilk aylarda yaşanan kolik krizlerine, uykusuz ağlama nöbetlerine karşı ne yapılabilir dersen ben çözümü rutinde buldum.
kendimi bebeklerin yerine koydum...

Hepimiz gibi bebeklerde düzenlerinin değişmesinden hiç hoşlanmıyorlar ve bir rutinde yaşamayı seviyorlar. Sürekli insan sıcaklığı, sakinlik ve sohbet istiyorlar. Bizim gibi onlarda sevdikleri sesleri dinlemeyi, ışıkları, hareketli ve renkli şeyleri izlemeyi seviyorlar.
Yani, bebek doğduğu andan itibaren yeri öncelikli olarak annesinin sonrasında ise onu seven kişilerin kucağı, kolları, omzu ve kalbidir. Tamamen içgüdüsel hareket eden hiçbir bilinci olmayan bir varlık dünyanın en korunaklı ve kendisi için uygun sıcaklıkla, uygun besinlerle donatılmış cennet köşesinden çıktıktan sonra elbette ki oraya en yakın şekilde dizayn edilmiş bir durumda yaşamak isteyecek ve bu koşullar sağlandığında mutlu olacaktır.

Sarıp sarmalanmak (kucakta gezmek, kanguru bakımı,
göğsünde uyumak, omzunda şekerleme, yarım kundak, sling)

 sevdiği rahat hissettiği müzikler dinlemek (youtubedaki white noicelar veya radyo bebek)
 az uyarana maruz kalmak (loş ışık, sakin ortam, hafif tonda sohbet)

istediği zaman uygun miktarlarda beslenmek (bebek istedikçe emzirme)
rahat hareket etmek (az ve rahat kıyafetler)
temizlik, sık sık su ile buluşmak (hergün banyo masaj, sıcak kova banyosu)


alışkın olduğu ortamda kalmak (kendi evi, kendi yatağı)
temiz hava (hergün açık havada yürüyüş)
etrafındaki herkesten alacağı sonsuz sevgi ve sakinlik ona çok iyi gelecektir.


Sıcak kova banyosu sırasında Erde


Tombiler beşikleri ile salonda
Yani bebeğin huzurlu olmasının en büyük koşulu öncelikle ortamının ona uygun dizayn edilmesi ve günlük rutininin bozulmamasına bağlı. Aynı evde, en çok ihtiyacı olan kişilerle, sakin bir ortamda en huzurlu şekilde olacaktır. Ama bebektir tabii ki ağlayacak, tabiî ki çığlık atacak ve bir şekilde 
bizimle iletişim kurmaya çalışacaktır. Bunları en baştan kabul etmek ve sakin kalmak bir anne için en iyi çözümdür…  


Not: Gaz damlalarından birkaçını kullandım ama bir etkisi olduğuna hiç inanmıyorum. Masaj ve sıcak kova banyosunun (bebeğin yanmayacağı sıcaklıkta yarıya kadar su dolu kovaya belinin üstüne kadar sokularak tutulması) fazlasıyla faydasını gördük. 

Bebeklerimiz misafir olsa bile hep salonda insanların arasında durdular uykularını uyudular. İlk günlerden sese ve insana alıştılar, onları sevenlerin içerisinde büyüdüler. İlk 3 ay beslenmenin ardından gaz çıkarma pozisyonunda olduğu gibi omzumuzda veya göğsümüzün üzerinde uyuyakaldılar çoğunlukla uyur uyumaz yatağına yatırmadık. Nefes alışlarını bize göre programlamaya çalışmalarını hissetmek harika bir duygu. 
Annenin sakin kalmasını kesinlikle tavsiye ediyorum :) :)
 ben uzun süre başaramadım ama gerçekten işe yatıyor…




22 Ekim 2015 Perşembe

emzirirsin yeter ki inan!!


Zihnin sonsuzluğuna ve gücüne inandım ben hep. Özellikle gebeliğimin ilk günlerinden itibaren üzerine en çok düşündüğüm, en çok korktuğum ve kararsız kaldığım, acaba dediğim her şeyin başıma geldiğini gördükçe daha da fazla inanmaya başladım.
Doğum sürecim çok da doğal gerçekleşmediği için ne yazık ki sonraki 3-4 aylık süreçte de sistemin dayatmalarının ötesinde davranamadım.



Bebeklerim hastanede ameliyathanede doğdular, hemen küvöze alındılar, yaklaşık 20 saat onlara hiç dokunamadım. Doğum sırasında ayık olmama rağmen Erde’yi sadece uzaktan görebildim çünkü nefes almıyordu falan filan… Duygusallaşmayacağım.
 
  30 günden fazla süre boyunca neredeyse hiç emziremedim, kilo kaybı olmaması için doktorum emzirmemi istemiyordu. Sağıp, basit bir biberonla içiriyorduk. İki bebeğe sütün yetmez dediler, 3. Ayın başında mama verdim. Bazılarına pişmanım şuan, ama o zamanki ruh halimde başka çarem yokmuş gibi geliyordu. Tüm kısıtlamalara yasaklara rağmen evde yaptığım kanguru bakımının ardından tombiler ağzıyla emme hareketleri yapınca dayanamayıp veriyordum memeyi…

Annelik içgüdüsel. Zaten doğa o an nasıl davranman gerektiğini söylüyor sana. Kulağına fısıldıyor birileri. O yüzden dinlememek lazım aslında beklide kimseyi. Zihnini berrak tutup içindekine kulak verince geçiyor her şey. Mama konusunda daha fazla direnmeliydim mutlaka. Ama geçmişe çare yok.

Çok fazla soru alıyorum bebeğim emmiyor, sütüm yok, memem kurudu, emziremiyorum acıyor gibi….

Normal koşullarda hiçbir hastalığı sıkıntısı olmadan doğmuş bir bebeğin neden emmeyeceğini anlayabilmem çok zor. Bu konuda eğitimim veya tecrübem yok. 
Ama herkese şunu söylüyorum, emmeseydi benim bebeklerim emmezdi. Meme ile doğumlarından günler geçtikten sonra tanıştılar, tanesi 4 TL’ye satılan piyasanın en basit biberonu ile anne sütü aldılar çok uzun süre, zorlanıp kilo kaybetmesinler diye. özel başlıklı Aventler, medelalar, dr.brownlar aylar sonra girdi hayatımıza.

Peki ne yaptık ???

6.2.15 tarihinde 7:49 - 7:50’ de gerçekleşen maalesef sezeryan olan doğumumun ardından hiç bıkmadan, usanmadan, uyumadan sağdım mememi. Bebekler hastanedeyken de evdeyken de alarm kurup 15-20 dakika sağıp buzlukta sakladım. İlk günler 3 cc bile sütüm gelmedi. Üzüldüm ama yılmadım.
Hem erken doğum, hem sezeryan hem moral bozukluğu sütün gelmesini geciktirdi. Ama hep biliyordum emzireceğimi bir gün. Hep inandım hiç bıkmadım. Doğdukları ilk günler doğru düzgün beslenemiyorlardı zaten ama yinede hastaneden talep edildiği kadar sütü saklama poşetleri ile buz kaşeleri arasında hastaneye götürüyordum üzerlerine ufak notlar yazıp ANAÇ BEBEKLERİNE AİTTİR! SİZE GÜVENİYORUM! EVDE HEYECANLA BEKLİYORUZ! … gibi. Hep gülümseyen yüzler çiziyordum yanlarına. :)
Hastanede öğrendiğimiz kanguru bakımına evde de devam ettik sonrasında. Süt salgısını ve anne bebek uyumunu arttırdığına inanıyorum.


Bebeklerim 2700 gr. geçtikten sonra emzirmeye başladım ve bedensel acının ne olduğu ile tanıştım ilk günden. 35. gün gibi Erde’nin tam olarak emmeye başlaması ile birlikte meme ucu yaraları başladı. Ağzı çok küçüktü ve çok heyecanlı olduğu için ucunu emiyordu, her emzirme seansı hüngür hüngür ağlıyordum ama emzirmeye devam ediyordum. Lansinoh ve mustela nipple creamler, avent  meme ucu koruyucu kalkanlar, silikon başlıklar hiçbir işe yaramadı. Son olarak hastanedeki hemşiremiz Derya’nın önerisi ile GARMASTAN Pomad kullandım ve hayatımı kurtardı. Birkaç gün içinde acısı, iki hafta sonra da yaralar geçti.



Emzirdiğim sürece sütü arttırır diye tavsiye ettikleri hiçbir üründen fayda görmedim zaten hiçbirine de inanmıyordum aile ve toplum baskısı ile denedim tümünü. Stil tea, hoşaf, ısırgan çayı, hurma, rezene, bulgur, mercimek en çok söylenenlerdi. Ama ben SU içmeyi tercih ettim. İlk 4 ay neredeyse günde 5 litre su içtim. Ve uyudum. Her bulduğum fırsatta, annelerimin de desteği ile bolca uyudum. Uyudukça, su içtikçe sütüm arttı. Zamanla tombilerin emme perfomansı arttıkça sağmayı tamamen bıraktım. Sanırım 4. Ayın başından beri mecbur kalmadıkça sağım yapmıyorum. Zaten eğitimli olan memem bebeklerin ihtiyacı oldukça süt üretiyor. Onlar isteyince emiyorlar. Bazen de ben özleyince J
Zaman zaman memeden uzaklaştıklarını veya emmek istemediklerini hissettiğimde meme teklif etmeyi arttırdım. Ayıkken emmiyorsa uyurken yanına yatıp emmesini sağladım. 1-2 gün içinde toparlayıp eski formuna kavuştular.
Ek gıdaya geçtikten 1 ay sonrada mamayı bıraktık. Son 1 aydır gece 22:00 gibi 1 ölçü veriyorum iyi uyusunlar diye ama onu da en kısa zamanda tekrar bırakmayı düşünüyorum. Onlar reddetmedikçe de emzirmeyi  bırakmayı düşünmüyorum, annenin zorunlu sağlıkla ilgili haller dışında; çeşitli sebeplerle (işe başlama, sosyal hayat, toplumun ayıp demesi, cinsellikten soğuma, çirkin görünmekten korkma..vs) bebeği memeden kesmesini bencilce buluyorum.


Tombiler her zaman istedikleri her yerde emdiler, evde, sokakta, plajda, AVMde, restoranda, arabada. Hiç utanmadım. İlk başlarda emzirme önlüğü kullanmaya çalıştım nedense sonra sıcaktan ben bunalıyorum bu çocuklara yazık değil mi diyip attım. Hiç tuvalette emzirmedim, ben tuvalette yemek yer miydim diye düşündüm.  Bana kötü kötü bakanlara ben daha kötü baktım. Asla sapıkça olduğunu düşünmedim, düşünenle de ilişkimi anında keserim, zaten yabancı biriyse de umurumda olmaz. İşe başladıktan sonra vaktim oldukça hep eve gidip emzirmeye devam ettim. Beslenme öğünlerinden hemen sonra tatlı niyetine anne sütü içiyorlar. 3-5 dakika sürüyor artık emmeleri ama olsun o bile yeter diyorum. Bu arada “ikizlere sütün yetmez” fikrine manasız inanmışım ben. Şimdi düşünüyorum da ikizlere rahmim yettiyse, gücüm yetiyorsa, neden sütüm yetmesin ki??
Ben hayatımdan memnunum bebeklerimle baş başa vakit geçiriyorum. Alışır bırakmaz diyorlar, ben onlarında bir içgüdüsü olduğunu düşünüyorum. Bebeklere istemedikleri bir şeyi yaptırmak zaten mümkün değil bunu anne baba olan herkes yaşayarak görüyor zaten. Vakti gelince zaten kucağımdan, yatağımdan, yuvamdan ayrılacaklar. Doğaya, içinizdeki sese, bebeğinizin içgüdülerine güvenin.

Tüm memeli anneler yüzyıllar boyunca emzirdi, tüm bebeklerde emdi…
Sizin bunu yapamamanız mümkün değil !!


Uzun uzun okuyamayacak yeni annelere hızlı notlar:

Emzirebileceğine inan! 
Günde 4-5 litre su, düzenli beslenme, her fırsatta uyku   
Meme ucu yaralarına garmastan pomad
·         Özellikle ilk 3 ay; gece / gündüz 3 saatte 1, hastane tipi pompa (medela) 20 dakika sağarak meme eğitimi.
Kanguru bakımı, bebeği omzunda veya kucağında uyutmak
Bebek her istediğinde meme vermek
Emzirmeyi kesmemek, memeden uzaklaşan bebeği inatla meme vermek (uyurken mesela)





şimdiki aklım olsa ne mi yapardım. bir çoğunu Öykü yapmış sanırım. 

http://oykudenhikayeler.blogspot.com/
 ilham verici doğum, emzirme, doktorsuz hayat, aşısız bebeklik hikayelerini imrenerek okuyorum ...



12 Ekim 2015 Pazartesi

ne yazık...

Elimden bir şey gelmedi ne yazık üzülebildim sadece… Bir de evlatlarıma sıkıca sarılıp gözyaşı dökebildim. Şükrederken bugünüme…

Ne yazık… Bir şey gelmedi elimden…
Yarını düşünemedim, yarından korktum…

Bu sabah duyduğum o cümleye kadar içimde vardı içimde biraz umut parçası. 
“İçlerinde müslüman olanlara Allah rahmet eğlesin” dedi biri … 
İşte o dakika bende parçalandım. Bunu heceleyen dudaklara, söyleten akla, islamın doğrusunu bu zanneden fikre lanet ettim… Allahın rahmetini bile esirgeyerek verir olmuş. Her sabah asansörde karşılaşıp selam vermeyenlerden işte bunlar. Bir tebessümü, günaydını çok görenlerden. Ateş düştüğü yeri yaksın kimse bana dokunmasın. Allah benim allahım, para benim param, güç benim gücüm diyenlerden. Kendim gibi olmayanla günahımı bile paylaşmam diyenlerden bunlar.

Yakınımda, çok yakınımda ne yazık ki. Kaçamıyorum.  Orda karşımda, en doğru fikirmiş gibi inanıyor buna, okullar okumuş diplomalar almış insan bu, evlat yetiştiriyor… Din diye inanıyor kendi uydurduğu şeye. İslam hoşgörü dinidir diye öğrendik biz, sorsan Allah’ın 99 ismini ezbere biliyor, ama hiçbirinin ne anlama geldiğini bilmiyor. Ezberlemiş öğrenmemiş. Cehaletin kelime anlamı sanki.

Ne acı… Görüntüleri izlerken televizyonda BİZ nasıl bu hale geldik diye sormuştum hep kendi kendime. Sormama gerek yokmuş, birkaç kişi ile konuşsam yetermiş meğerse…

Ne yazık… Bir şey gelmedi elimden…
Yarını düşünemedim, yarından korktum…

Son umut kırıntımı da yitirdim bu sabah… Ne yazık, kendimden bile korktum…



“Dinle sözüm al nasihat / gözlerinde yaş incidir /cahil ile etme sohbet / her sözü bir baş incidir
Mürşit ile haşrolmayan / dünyasınıda ne bilir / cahilde kem boş söz çok olur / kendisini derya bilir”



28 Eylül 2015 Pazartesi

doganlar; büyüyor...


Bir bebeğin annesi olmak demek; her sabah uyandığında 
"bugün ne yenilik yaşayacağız acaba??" diye düşünmek demektir. 
İki bebeğin annesiysen eğer işler biraz daha karmaşıklaşır... 
Bazı sabahları hiçbir şey düşünme fırsatı bulamadan güne başlamış olursun :) 

Son haftanın gelişmeleriyle hayatımız değişti. Doktorumuzun bu çocuklar artık hazır demesiyle, karışık beslenme dönemine giriş yaptık. Artık evimizde "bebek yemeği" pişmiyor. Ortak soframızda ortak yemekler yiyoruz. Bazen yerlere fırlatarak, bazen püskürterek, bazen kaşığı havada kaparak, bazen gülmekten ağzındakileri dökerek geçiyor günler.
İlk gün nasıl yapacağız diye çok korkmuştum ama iki gün içerisinde bende onlarda uyum sağladık. Mama vermiyoruz, anne sütü ve yemek yiyorlar artık ve inanılması güç de olsa doyuyorlar ve uyuyorlar:) Henüz dişleri olmayan damaklarıyla köfteleri, ekmekleri, balıkları öğütebiliyor olmaları inanılmaz. 

Bir prematüre annesiyim ben...

7 ay önce 2300 gramken, 3 cc anne sütünü enjektörle ağzına sıktığımızda bile yutarken yorulup uyuyakalan bir bebeğin bugün balık köftesini yalayıp yutmasını izlemek ne büyük mutluluktur bunu ancak yaşayanlar anlar. Öylesine güçsüz öylesine halsiz bir bedenin bugün kendi kendine yiyebileceğine inanıp elimdeki kaşığa saldırması gözlerimi dolduruyor.

Kıssadan hisse, bir anasözü olan "doğanlar büyüyor..." gerçeği en çok yansıtan cümle...

Evet büyüyorlar. Ve ben her geçen gün hem onlara hemde kendime hayretler içinde bakıyorum. 

Büyüyoruz ve yenileniyoruz...





16 Eylül 2015 Çarşamba

30'umdayım ve tam yasımdayım



Kendimi gerçek bir birey gibi, bir kadın gibi, bir dünyalı gibi hissediyorum artık.

Duvardaki kırmızı oje çiziğine bile anı yükleyebilecek kadar yaşadıklarımdan ve kendimden emin bir dönemdeyim. Çamaşır makinesinde asılmayı bekleyen gömleklere karşı bile sorumluluk hissediyorum.

Evet; biraz abartıyorum, yazarken değil, yaşarken abartıyorum!

Varoluşumun, yaşamamın, bu dünyada nefes almamın bir amacı olmalı. Mutlaka olmalı ve ben onu bulacağım…

Bugüne kadar hep ektim, adım attım geleceğe. Şimdi 30’umdayım ve tam yaşımdayım. Sonuçları görmeye, yaşadıklarımdan dert değil, ders çıkartmaya hazırım. Kendi hayatım adına hayallerimi somutlaştırdım. Toplumun huzura kavuşması için gereken yapılacaklar listesindeki pek çok konunun yanına check attım. Mahalle baskısından kurtuldum böylece. Mezun oldum, evlendim, çocuk yaptım, kariyerimi olgunlaştırdım. Tüm bunlar beni çok da mutlu etti. Ama bir şeylerin eksikliğini yaşıyorum hala… Daha fazla üretmeli, daha fazla öğrenmeli, daha fazla fayda sağlamalıyım sanki…

İşte bu nedenle, önümüzdeki 10 yıldan beklentim, beni büyütmesi, olgunlaştırması, yetiştirmesi değil. İlk 30 yılda kazandıklarımı başkaları lehine kullanmamı sağlaması. Ben ki; nefes alan almayan tüm varlık ve nesnelere karşı bile sorumluyum onlar için hayatta kalmaya devam etmeli, dünyayı daha huzurlu bir yer yapmak için çalışmalıyım.
Söz uçar yazı kalır diye kendime not tüm bu yazdıklarım. 40’ımda dönüp pişman olmayım, “kimileri için uzun bile sayılacak bir ömrü boşuna harcadın be kadın!” demeyeyim diye kendime bir uyarı metni bu.

Çünkü bugün…

30’umdayım ve tam yaşımdayım…